31 Aralık 2014 Çarşamba

Gülerce: Fethullah Gülen’in en yakınındaki 10 kişiden 7’si bile, döndürülen fırıldaktan habersiz

Hüseyin Gülerce, Ortak Akıl programında açıklamalarda bulundu
17 Aralık 2013 süreci sebebiyle Zaman gazetesinden istifa eden Hüseyin Gülerce, Fethullah Gülen’in en yakınındaki ilk 10 kişiden 7’sinin bile ‘Paralel Yapı’ adına yargıda, Emniyet’te, bürokraside, medyada ne fırıldak döndüğünü hâlâ bilmediklerini ileri sürerek, “Onlar bile bilmiyorlar, kolejdeki müdür nereden bilecek, dersanedeki öğretmen nereden bilecek?” diye sordu.

Yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşik olarak bir “yalan hattı” kurulduğunu, Cemaat tabanına, yapılan her şeyin “manevî direktiflerle” yapıldığı kanaatinin aktarıldığını ifade eden Gülerce, Cemaat tabanının, AK Parti-Cemaat çatışmasının perde arkasından bilinçli olarak habersiz bırakıldığını anlattı.

Hüseyin Gülerce, Pazar günleri saat 10.00’da Beyaz TV’de yayınlanan “Ortak Akıl” programında, ‘Paralel Yapı’ hakkındaki görüşlerini ve Cemaat tabanına yönelik uyarılarını dile getirdi. Gülerce, Paralel Yapı’nın Cemaat tabanına yönelik stratejisini de açıklayarak, kendisinin bu stratejiyi etkisiz hâle getirmeye çalıştığını ifade etti.

Paralel Yapı’nın Cemaat’e yönelik en büyük stratejisi

Hüseyin Gülerce, programdaki açıklamalarına, Hükümetin operasyonlarının Cemaat tabanının tamamına yönelik değil, Cemaat içerisinde suça karışmış özel bir gruba yönelik olduğunun altını çizerek başladı.

“Paralel Yapı” ile ‘Hizmet’ olarak isimlendirilen Cemaat tabanının birbirinden farklı olduğunu vurgulayan Gülerce, “Paralel Yapı, Hizmet’i meşruiyetin dışına çıkaran yapıdır” dedi. Emniyet’te, yargıda ve bürokraside devlette paralel çalışan ama talimatlarını, devletin işleyişi dışındaki kişilerden alan yapıya “Paralel Yapı” dendiğini belirten Gülerce, “Burada Hizmet insanlarının alınganlık gösterip, lafı üzerlerine almaları doğru değil. Yani kast edilen onlar değil ki. Niye alınıyorlar bundan? Ben, burayı aşmaya çalışıyorum. Onlara buradan, takılmadan çıkmalarını tavsiye etmeye çalışıyorum” diye konuştu.

Gülerce, “Paralel Yapı”nın en büyük stratejisinin, “Paralel Yapı” ifadesiyle Hizmet’in (Cemaat’in) tamamının kast edildiği algısı oluşturarak, Cemaat’in rotasından sapmış olan bir grubun ortaya çıkmasını engellemek olduğunu ifade etti. Gülerce, “Bizim arkadaşlarımız böyle şeyler yapmaz” tepkisi gösteren Cemaat tabanına şöyle seslendi: “Ben sizin arkadaşlarınızdan bahsetmiyorum. Zaten siz onları tanımıyorsunuz. Siz, hep (sadece) birbirinizi tanıyorsunuz. Hepiniz de güzel insanlar olduğunuz için, üzerinize konduramıyorsunuz bu meseleyi ve alınganlık gösteriyorsunuz.”

Bana milletvekilliği vaad edildiği yalanını yayıyorlar

‘Paralel Yapı’ denilen ve Hizmet’i meşruiyetin dışına çıkaran yapının en büyük stratejisinin, Cemaat içerisindeki suça karışmış olan yapının ortaya çıkmasını engellemeye çalışmak olduğunu belirten Gülerce, kendisine karşı da birtakım iftiralar atılarak etkisizleştirilmek istendiğini ifade etti. Daha önce Hükümet tarafından kendisine villa verildiğinin iddia edildiğini hatırlatan Gülerce, bugünlerde de Hükümetin, Cemaat aleyhine konuşması karşılığında kendisine milletvekilliği vaad edildiği iftirasının Cemaat içerisinde yayılmaya çalışıldığını söyledi. Gülerce, kendi adına da, bir akrabası üzerinden de böyle bir villa sahibi olmadığına dair programda defalarca yemin ettiğini, bunu yeterli görmeyip çocukları üzerine yemin etmesi istendiğinde, canlı yayında o yemini de ettiğini hatırlattı. Gülerce, kendisine milletvekilliği vaad edildiği iddiası hakkında da şöyle konuştu:

“Kim bunu iddia ediyorsa, onunla lânetleşelim. Eğer bana milletvekilliği vaad edilmişse, Allah benim belâmı versin. Bana milletvekilliği vaad edilmedi. Yani, ‘Hüseyin Bey, çıkın konuşun, karşılığında biz sizi milletvekili yapacağız’ diye kimse bana, hiç kimse ama, dolaylı olarak da, ima yollu da, laf arasında da bir şey söylemedi ve ben diyorum ki, eğer bana milletvekilliği vaad edildi de böyle konuşuyorsam, Allah benim belâmı versin diyorum; ama karşıdakine ‘senin de belânı versin’ demiyorum; çünkü yalan konuştuğu için, Allah korusun, başına belâ gelebilir. Ama biz, müminler olarak ‘hesap Günü’ne inanıyoruz; yarın hesaba çekileceğiz. Ben, orada, benim hakkımda bu ‘villa verildi, milletvekilliği vaad edildi’ şöyle edildi, böyle edildi diye Hizmet’in içinde yalan konuşan bu insanlara hakkımı helâl etmiyorum ve ‘hesap günü’nde davacı olacağım.”

Fehmi Koru, bir operasyonla Zaman’dan uzaklaştırıldı

Benzer iftiraların, Zaman gazetesinden ayrıldığında Fehmi Koru için de ileri sürüldüğünü belirten Gülerce, “Fehmi Koru Zaman gazetesinden ayrıldığında ben, Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeniydim ve onun ayrılış sebebini ve bu işte Fehmi Koru’nun bir günahının, hatasının olmadığını bilen kişiyim” dedi. Gülerce, o dönemde kendisinin verdiği Cemaat içi sohbetlerde / konferanslarda kendisine “Sabah gazetesi Fehmi Koru’ya 2-3 misli maaş teklif etmiş, Fehmi Bey öyle ayrılmış” denilerek sorular sorulduğunu, kendisinin de bunun bir yalan olduğunu anlattığını söyledi. Gülerce, “Fehmi Koru’yu kaçırtmak için orada yapılmış bir operasyon var. Ben, ona bire bir şahit bir adamım” dedi. Program sunucusu Türker Akıncı’nın, “Gazetenin içerisinde bir operasyon yapıldı?” sorusuna da Gülerce, “Tabi yani” karşılığını verdi.

‘Daha fazla ileri gitmek istemediğini’ belirten Gülerce, Fehmi Koru’nun ayrılış sebebi olarak dile getirilen iddiaları kendilerine kimlerin söylediğini sorduğunda, “Abiler söylüyorlar” cevabını aldığını kaydetti. Gülerce, sözlerini şöyle sürdürdü:

Yukarıdan aşağıya bir yalan hattı var

“Hele bu yukarıdaki abilerden birinin adını verince ben, o arkadaşa (abiye) hiç yakıştıramadım. Meselâ o da bana sorabilirdi, ‘Abi, siz o dönemde Genel Yayın Yönetmeniydiniz’ diye… ‘Siz, işin aslını biliyorsunuz, neydi?’ diye sormadı. Şimdi, yukarıdan aşağıya bir yalan hattı var. Yani o kadar rahat y… (Cümlesini yarım bırakıyor. Muhtemelen ‘o kadar rahat yalan söyleniyor ki diyecekti - RM) Yahu, Fehmi Bey, yıllarca bu gazeteye başyazarlık etmiş. Tanıyorsunuz kendisini. Niye daha önce size böyle ‘Abi abi’ diye sarıp sarmaladığınız bir insanın aleyhinde bu kadar fütursuzca, hem de yukarıdan aşağıya bir yalan indiriyorsunuz?! İşte ben onu bildiğim için, bu yalanları çok rahat yapıya yayabildiklerini bildiğim için ve bunu yapan ilahiyatçı arkadaşları ve herkese vaaz u nasihat eden insanları bildiğim için, ben şimdi kendimle ilgili bu yalanlara şaşırmıyorum; çünkü şahit olduğum bir olay. ”

Tabana her şeyin manevî direktiflerle yapıldığı söyleniyor

Cemaat içerisindeki “Paralel Yapı”da, “Biz yanlış yapmayız” şeklinde bir inanç olduğunu belirten Gülerce, bu yapının, ‘Fehmi Koru ayrılmışsa, bu kesinlikle bizim yüzümüzden olmamıştır. Fehmi Koru yanlış yapmıştır. Hüseyin Bey (Gülerce) şimdi böyle bir tavır sergiliyorsa, e bizde yanlış olmadığına göre, hata, kusur olmadığına göre, sütten çıkmış ak kaşık olduğuna göre bu ‘Paralel Yapı’, Hizmet demiyorum bakınız, dolayısıyla tabana, o ‘Hizmet’ dediğim insanlara bunu aktarırken, ‘Biliyorsunuz ki biz, yanlış yapmıyoruz. Kendiliğimizden bir şey yapmıyoruz; manevî plandaki direktiflerle yapıyoruz. Dolayısıyla burada yanlış yapan Fehmi Koru’dur, Hüseyin Gülerce’dir, falandır, filandır’ (diyorlar).” şeklinde konuştu.

Cemaat içerisinde “güç zehirlenmesi”ne kapılmış yaklaşık bin kişilik bir grup (Paralel Yapı) olduğunu ifade eden Gülerce, bu meseleyi (AK Parti-Cemaat çatışmasını) anlamaya çalışan Cemaat tabanındaki insanlara şöyle seslendi:

Gülen’in en yakınındaki 10 kişiden 7’si bile döndürülen fırıldaktan habersiz

“Bu Paralel Yapı’yı ‘Hizmet’ olarak görmeyin. Bunlar, bir düğmeye basılmışçasına, 7 Şubat 2012’den itibaren, Gezi olaylarında, 30 Mart yerel seçimleri öncesinde ve Cumhurbaşkanı seçiminde hiç Hizmet’le bağdaşmayacak, Hizmet’in ilkeleriyle, üslûbuyla bağdaşmayacak işler yapıyorlar. Hatta beni dinlerlerse o arkadaşlar, bu Hizmet’in ilkleri var, ilkleri. Yani 1965’lerde, 67’lerde yola çıkmışlar. Şu anda Sayın Gülen’in en yakınında olan kişilerden bahsediyorum bakınız; isim vermeyeceğim ama Sayın Gülen’den sonraki ilk 10 kişiyi sayın deseniz, onların içindeki en az 7 kişiden bahsediyorum. Çünkü o 10 kişi içinden 2-3 kişi, Paralel Yapı’nın önemli kişileri ve ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar; ama o ilk 10 kişinin içindeki 7 kişi, ‘Paralel Yapı’ diye yargıda, Emniyet’te, bürokraside, medyada ne çevrildiğini, ne fırıldak döndüğünü , ben inanarak söylüyorum, hâlâ bil-mi-yor-lar… Onlar bile bilmiyorlar, kolejdeki müdür nereden bilecek, dersanedeki öğretmen nereden bilecek, mütevelli… (üyeleri nereden bilecek?)”

Telefon dinlemeleri

Hüseyin Gülerce, 45 yıldır Fethullah Gülen’in yanında olup da, meselâ gizli telefon dinlemelerinden haberdar olmayanlar olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

“Dinlemelerle ilgili, kim dinleniyor, listeyi kim veriyor, kime veriyor, nasıl veriyor, o talimatlar nasıl yerine getiriliyor, bu dinlemeleri yapanların arasındaki hısım akrabalık bağları nedir, neden bunların hiçbirisi fire vermiyor, neden ketum davranıyorlar? Bu yapıdan hiçbirisi haberdar değiller.”

Cemaat, Hürriyet’in santralinin dinlenmesine neden sessiz kaldı?

Hürriyet gazetesinin santrali üzerinden gazetenin özellikle mali işleriyle ilgili kişilerin tamamının dinlendiğinin ortaya çıktığını, buna dair haberin de Hürriyet’te “VIP dinleme” başlığıyla yayınlandığını hatırlatan Gülerce, Doğan Grubu ile dayanışma hâlindeki Cemaat’in bu dinleme haberi karşısında sessiz kalmış olmasının dikkat çekici olduğunu ifade etti. Gülerce, “Yani en azından sahip çıkmaları lâzım değil mi Cemaat medyasının? Şunu demeleri gerekmez mi: ‘Arkadaşlar, bir dakika yaa! Kim bunlar yaa? Paralel ya da değil ama bir gazetenin santralinden bu dinlemeleri yapanlar, babamızın oğlu olsa ortaya çıkarılmalıdır. Yargı, bu işe titizlikle el koymalıdır.’ Böyle bir laf duydunuz mu? Hayır” diye konuştu.

Türkiye genelinde yüz binlerce kişinin dinlendiğini ancak dinlenen kişiler arasında kendisinden başka Cemaat’e yakın kimsenin bulunmadığına işaret eden Gülerce, kendisinin telefonlarının 20 yıl boyunca dinlendiğini söyledi. Gülerce, “Sen nereden biliyorsun, derseniz, o kadar ileri gitmem (açıklamam)” dedi.

Paralel Yapı’nın, Cemaat tabanını kendisine kalkan olarak kullandığını ifade eden Gülerce, Cemaat medyasının da her gün Cemaat mensuplarının beyinlerine beton dökercesine yaptığı yayınlarla, bu durumun devam etmesini sağladığını ifade etti.

Cemaatin gemisi batıyor ama Paralel Yapı’nın orkestrası hâlâ çalmaya devam ediyor

Gülerce, “Belki ağır bir ifade olacak ama Titanik filminin en etkileyici sahnelerinden bir tanesi, gemi sulara gömülürken, orkestranın çalmaya devam etmesidir. İnsanlara bir umut zehiri veriliyor şu anda; ‘Bir şey olmayacak göreceksiniz.Hepsi ters dönecek. Çok yakında çok güzel şeyler olacak’… Bu, yalan. Neden yalan? Çünkü bunu 30 Mart seçimlerinden önce de söylediler. ‘(AK Parti’nin oy oranı) % 23’e düşecek, kaçacak Erdoğan. Özel bir uçak hazırlandı.’ Şöyle, böyle… Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ilk turda seçilmemesi için Güneydoğu’da hep Selahattin Demirtaş’a oy verilmesi için çalıştılar. Nitekim Sayın Ekrem Dumanlı, Hürriyet gazetesine verdiği röportajda ne dedi? ’30 Mart yerel seçimlerinde Doğu’da ve Güneydoğu Anadolu’da BDP adayları desteklendi’ dedi. Sonra da buna çok eleştiri gelince, röportajdan birkaç gün sonra açıklama yaptı, ‘Yaa bu onların bireysel olarak verdiği oylardır’ dedi ama Hizmet bünyesindeki insanlar çok iyi bilirler; bilhassa Doğu ve Güneydoğu’daki insanlar bilirler ki, bireysel oy verme diye bir şey yoktur. Yukarıdan bir şey (talimat) gelir ve ona göre oy kullanılır. Orada tartma, ölçme, analiz yapma… (olmaz).” diye konuştu.

Cemaat CHP’ye oy verdi ama CHP Cemaat’in eylemlerini desteklemedi

Gülerce, 30 Mart seçimlerinde Cemaat’in % 70’inin CHP’ye oy verdiğini belirterek, “(Hükümetin düşeceğine) o kadar inandırıldılar” dedi. Ergenekon, Balyoz davaları döneminde CHP’yi askerî vesayetin bir parçası olarak gösteren Cemaat’in, Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin de çatı adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy verdiğine işaret eden Gülerce, mantığına ve muhakemesine güvendiği bazı arkadaşlarının bile bu durumu açıklamak için, “Daha önce açılamadığımız, diyalog kuramadığımız bir kitle vardı, CHP kitlesi, bu çok iyi bir fırsat oldu, biz bu kitleye de ulaşmış olduk” diyerek izah etmeye çalıştıklarını söyledi. Bu tavrıyla Cemaat’in, Dimyat’a pirince giderken evdeki darı ambarından da olduğu ifade eden Gülerce, sözlerini şöyle sürdürdü:

“CHP ise şöyle düşünüyor: ‘AK Parti, Cemaat ne istediyse verdi. Bu iyiliklere rağmen AK Parti’ye sırtını dönenler, onu düşman ilân edenler, CHP’ye yar olur mu?’ Halbuki CHP (Cemaat’e) hiçbir şey vermedi daha. Yani AK Parti’ye kalleşlik yapanlar, ‘vefasızlık’ demiyorum, ilk defa bu kelimeyi kullanıyorum, kalleşlik yapanlar… Neden?  Yaa Ankara’da Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’ten biliyorum. Yani Hizmet’e yaptığı iyilikleri kimse yapmamıştır. Bunu da bana Sayın Gülen söyledi Amerika’da. ‘Sizin eski arkadaşlarınızdan bizi en çok seven ve bizi en çok destekleyen Melih Bey’ dedi. O melih Beyin aleyhinde yalanlar uydurup, kapı kapı (dolaşarak) Mansur Yavaş’a oy istediler. Bu, vefasızlıktan öte bir şeydir. Şimdi ‘Melih Beye bunu yapanlar, CHP’ye ne yapmaz?’ diye CHP’liler bunu mutlaka düşündüler ve ne oldu biliyor musunuz? Asıl söylemek istediğime geliyorum; bu son ‘Medyaya darbe / demokrasiye darbe’ (dedikleri) 14 Aralık operasyonundan sonra, yine Cemaat’in maalesef öğretmenlerini, ki öğretmenlik mesleğine en büyük darbedir, adliye önlerine götürdüler. Mütevelliler, adliye önlerine götürüldüler. CHP’liler bu gösterilere hiç destek olmadılar. (Sadece CHP’li vekil Mahmut Tanıl) sembolik. CHP’nin il teşkilatlarından, ilçe teşkilatlarından kimse gelmiyor. Kimse gelmedi. Bu, aslında bir mesaj. Bakınız, şu yargılamalar başladı ya, bundan sonra CHP’nin ve MHP’nin tavrı değişecektir. Çünkü eğer bu iddialar doğruysa, dinlemeler… Meselâ hâlâ çözülemeyen iki kaset meselesi var. Baykal’ın kasediyle MHP milletvekillerinin kasetleri… Ben, yine de Allah korusun diyorum, çünkü Hizmet tabanında insanların dünyaları yıkılır, bununla bir ilgi varsa, ne olur tabandaki insanlar? En önemlisi, şimdi iddianameye dönüşmek üzere olan bir olay var Ankara’da; 2010’daki KPS sorularının çalınmış olması olayı. Bakınız, 350 kişi, 120 sorunun 120’sini de yapmış. Bunların 250 tanesinin 150’si, şu andaki tespitlere göre dershane öğretmeni, 100 tanesi de camiada (Cemaat’te) okul öğretmeni. İddia bu. Bunun doğrulanması hâlinde bu toplum, kul hakkından dolayı ayağa kalkar mı, kalkmaz mı? Peki bu iddialar doğru çıkarsa, ciddi iddialar, çünkü soru kitapçığında o 120 sorunun 120’sini de yapan kişilerin soru kitapçıklarında matematik soruları full yapılmış fakat hiç karalama yok. (Problemleri çözmek için kâğıt üzerinde hiç işlem yapılmamış) Düşünebiliyor musunuz, metematikten işlem yapmadan doğruyu buluyorsunuz. Birinde değil, ikisinde değil. Yaav bu Türkçe sorusu değil ki. Tarih sorusu da değil, coğrafya sorusu da değil. Matematikten hiçbir işlem yapmadan doğruyu bulma, matematik dâhileri için bile çok zor. Artı, bazıları işlem yapmış, onun da soruyla ilgisi yok. İddialar bunlar. Şimdi bu, mahkemeye intikal ettiğinde, o insanlar bir yerlerde memuriyetlere girmişler en yüksek puanı alıp en kritik memuriyetlere girebilmek için. Ve bunu, o makamlara düşmanlar gelmesin diye inanarak yapmışlar. Kul hakkı hiç hatırlarına gelmemiş. Hatırlarına gelip bu soruları almayanlar da var. ‘Kul hakkına girer, ben almıyorum’ demiş. Bu olaylar, ya kanıtlanırsa? Şimdi ben, Hizmet’in tabanındaki o arkadaşlara sesleniyorum. Ya bu dinlemeleri bu insanlar yapmışsa? Çünkü şu anda kuvvetli bir suç şüphesi var. Başka kimsenin de işaret edildiği yok. ‘Bizden değil, bunları tanımıyoruz’ diyorlardı, şimdi adliyenin önünde bir sahiplenme var. Tutamıyorlar kendilerini. Ya Hrant Dink cinayetiyle ilgili ihmal, (Ali Fuat Yılmazer) ve onun da üzerinde bir kişi daha var… Şunu da söyleyeyim; yani böyle üst düzey Emniyet yöneticiliği yapmış insanları, hiçbir kabahati yokken, ki Ali Fuat Yılmazer, bu dinlemeleri kabul etti, bazıları için ne dedi? ‘Yaa iş yoğunluğundan dolayı gözden kaçmış olabilir’ dedi. Cumhurbaşkanını, Başbakanı neden dinliyorsunuz? Genelkurmay’ı neden dinliyorsunuz? Karakolları neden dinliyorsunuz kardeşim? Tabandaki insanlara soruyorum bak; Bu dinlemeleri tasvip ediyor musunuz? Etmeleri mümkün değil. Kimin ne haddine, Başbakanı, Bakanları dinlemek? Ama şunu diyorlar: ‘Biz asla yapmamışızdır. Bizim arkadaşlarımız, böyle bir şeyi yapmamıştır’. Ya yaptılarsa? Ya bir talimatla yaptılarsa? Ya o talimat zinciri ortaya çıkarsa? Hiç olmazsa bir ünlem işareti koyun. Ya yapmışlarsa? Çünkü başka işaret edilen bir yer yok. İnşallah yapmamışlardır, bu kadar güzel bir harekete bir leke düşmez; ama Cumhurbaşkanı her gün konuşuyor. Devletin Cumhurbaşkanı, yani insaf edilsin, sadece Cemaat’e olan kini ve öfkesinden dolayı konuşabilir mi? Ki o da ayırıyor, ‘Paralel Yapı’ diyor, ‘Cemaat’ demiyor ki.”

Hani okullar Cemaat’in değil Türkiye’nin okullarıydı?

Cemaat tabanında, ‘Hükümet, yurt dışındaki okullarımızla niye uğraşıyor?’ diye sorulduğunu da kaydeden Gülerce bu konuda da şunları söyledi:

“Yaa arkadaşlar, bu soruyu bir de ‘yurt dışındaki okul yöneticilerini, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti aleyhine o ülkelerde lobi faaliyeti yaptıranlar için sorsanız ya!.. Şu soruyu da sorsanız ya; ‘Bu okullar, Türkiye’nin okulları’. Öyle demiyor muydunuz? ‘Cemaatin okulları değil, Türkiye’nin okulları’ demiyor muydunuz? Biz öyle anlatmadık mı? Türkiye’nin Bakanları, Başbakanları, Cumhurbaşkanları, bu okulları övmek için, sahiplenmek için mektuplar yazmadılar mı ülkelere? Her gittiklerinde ziyaret etmediler mi? Türkçe Olimpiyatları’nda Bülent Arınç, ağlaya ağlaya konuşmadı mı? Peki şimdi soru sorsanız, ‘Bu Türkiye’nin okullarının yöneticileri ve oradaki Diyalog Merkezi’ndeki insanlar, resmen gidip, o ülke yöneticilerini ziyaret ediyorlar ve Türkiye’de demokrasi kalmadığını… (iddia ediyorlar). Şimdi sorsanız o arkadaşlara, ‘yani yurt dışında Türkiye’yi temsil etmek, bizim insanımızı temsil etmek fonksiyonuyla övdüğümüz bu okulların idarecileri, o Diyalog Merkezlerinin yöneticileri, niye Türkiye’nin aleyhinde lobi faaliyeti yapıyorlar? Yaa bir de onlara sorun!..”

Cemaat'in dinleme faaliyetlerinden ABD ve İsrail nemalanmış olamaz mı?

Gülerce, Hizmet’i tanınmaz hâle getirenlerin, şimdi de o okulları tanınmaz hâle getirdiklerini söyledi. Gülerce, konuşmasına şöyle devam etti:

“Buna rağmen o okullara devletin sahip çıkması ve oradaki güzelliği, yanlış yapanları ayıklamak suretiyle devam ettirmesi taraftarıyım ben. Ama arkadaşlara, tabandaki insanlara diyorum ki, yaa siz de soruyorsunuz ‘hırsızın hiç mi kabahati yok?’ diye, bir de bunu bu Paralel Yapı’nın içindeki bin kişiye sorsanıza! Niye dinlemişler bu kadar insanı? ‘Biz dinlemedik’ diyorlar; kim dinlemiş? Bu dinlemelerle ilgili insanların hepsinin Camia ile bir bağlantısı çıkıyor. KPS’de yolsuzluk yapanların bir bağlantısı çıkıyor. Ha, bunlar iddia; ama ben diyorum ki, bunlar öyle hemen ‘Boş ver yaa, bu algı operasyonu malzemesi’ diye geçip gidilecek iddialar değil. En azından, sizin de, bizim de, herkesin de, ‘Arkadaş, bir dakika! Burada çok ciddi iddialar, belgeler olduğu söyleniyor. Yargı, bunu ortaya çıkarsın. Eğer bu ülkenin Bakanını, Başbakanını, Genelkurmay Başkanını, Cumhurbaşkanını dinleyenler varsa... (ortaya çıkarılsın dememiz gerekmez mi?) Sen o Paralel Yapı’nın içindeki herkese kefil olamazsın ki. O da var. Tanımadığın adama nasıl kefil oluyorsun? Ya o işten İsrail nemalandıysa? Amerika nemalandıysa? İstifade ettiyse? Adam soktuysa?

CIA, MOSSAD, Cemaat’i kullanmış ve yönlendirmiş olamaz mı?

Şimdi ben daha ileri gitmem de, bakınız, Millî İstihbarat Teşkilatı’nın bile Türkiye’de eleman bulundurmadığı gazete, bana göre yoktur? Belli bir yeri işaret etmemek için söylüyorum. (Zaman gazetesi) Değilse Millî İstihbarat Teşkilatı olmaz yani. Bütün dünyada, Amerika da gazetecilerden istifade ediyor, işadamlarından istifade ediyor. E kardeşim, MOSSAD, CIA, Alman istihbaratı (BND), bu yapının gücünü gördükten sonra, meselâ dinlemelerdeki gücünü, kabiliyetini gördükten sonra, yargıdaki gücünü gördükten sonra, ne biliyorsunuz, onlar da bunları dinlemiyorlar, aralarına sızmıyorlar, yönlendirmiyorlar? Başka belgeler, bilgiler koyup, istedikleri yöne sevk etmiyorlar? Emin misiniz bundan? Kefil misiniz bu insanlara? Çünkü Hizmet’in içindeki insanlar da normal yurdum insanları. Ben bunu bir arkadaşa söylediğimde çok hoşuna gitmiş. Normal yurdum insanı. Beklentileri var, hırsları var, onların da dünyaya bakan yönleri var. Bir kişi, iki kişi de çıkabilir. Meselâ birisi, bir dershanenin gelirini komşu bir ildeki çorap atölyesi olan kardeşine aktarmış olabilir. Çıkar böyleleri. Başka yanlış yapan da çıkar. Kendisini ‘Hocaefendi’ ilân edip, sarı, cüppe giyip camilerde videosunu çektirip, o ildeki insanlara seyrettiren adamlar çıkabilir. Bunlar hep çıktı da onun için böyle diyorum, ‘çıkabilir’ diye. Kimseye kefil olamazsınız. İyi niyetle de yapmış olabilirsiniz; ama ipin ucunu kaçırırsanız, birileri gelir, o işe müdahale eder ve sizden istifade eder. Hangi dünyada yaşıyorsunuz yahu?!. Amerika, Almanya Başbakanı Merkel’i dinliyor yaa, çıktı ortaya bu. Senin dinleme yaptığını, başkaları seni dinleyerek bulmuş olamaz mı?”

Ajanlar gazetecilik yapabilir ama gazeteciler ajanlık yapamaz

Konuşmasının devamında, Fethullah Gülen’in Onursal Başkanlığını yürüttüğü “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın faaliyetlerinden de bahseden Gülerce, gazetecilik konusundaki prensiplerini de ifade ederek, meslekî ilişkilerin dışına çıkan yöneticileri ve gazetecileri de eleştirdi. Gülerce, şöyle konuştu:

“Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bazı yöneticilerin, ‘sivil toplum kuruluşu’ olmanın ötesinde, eğer, bugün gözaltına alınan, tutuklanan insanlarla toplantıları olmuşsa, onlarla oturup kalkmışlarsa; yani vakfın temel düsturları, ilkeleri dışında bir temasları varsa, ben bilmiyorum, ben hiç yapmadım, hiç kimseyle, ama bugün öyle iddialar var. İşte ‘şuradaki yalıda, işte Nazlı Ilıcak’la irtibatlı olan şu polislerle’… Şimdi böyle bir şey varsa, ben arkadaşlarıma kondurmam, kondurmak da istemem. Gazetecilikle ilgili de öyle; eğer siz, gazetecilik faaliyeti dışında, bazı üst düzey bürokratlarla, Emniyet mensuplarıyla haberleşiyor, bilgi alış verişi yapıyorsa… (Sunucu araya giriyor) Bakın, benim genel prensibim şu: Gazeteci, mesleği dışında bir işle uğraşmamalı. Şimdi CIA, MOSSAD’ın istihdam ettiği ajanları var. Onlar ajan, gazeteci kimliği kullanıyorlar. Yakalansalar, ben ona da bir şey demem. Neden demem? Yaa bunu ülkeler yapıyorlar. Yani, ajanı gazeteci değil, ajanı yerleştiriyor, diyelim, üniversiteyi bitirir bitirmez. Hatta bir komutan, Türkiye’de, hatıralarında, üniversitelerden MİT’e nasıl adam devşirdiklerini anlattı. ‘Daha öğrenciliklerinde ilgileniyorduk onlarla’ diyordu. Bu ayrı bir şey, ama bir çekirdekten gazeteci, mesleği gazeteci bir insanın, mesleğinin dışında, gazetecilik görüşmesi dışında, kendisiyle hiç alâkalı olmayan konuları, Emniyet ve Yargı mensuplarıyla oturup konuşuyorsa, onu gazetecilik olarak kimse savunamaz. Öyle yapanlar varsa, en iyi de kendileri bilirler.”

Fuat Avni, ters yumruk yemiş boksör gibi; bakıyor ama net göremiyor

Zaman gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’nın, Türkiye ve dünyada bazı kişi ve kurumlara, “Medya özgürlüğü ve hür teşebbüs tehdit altında” temalı birer mektup yazdığını hatırlatan Gülerce, bu mektupta kullanılan “Sosyal medyada, önceki birçok iddiası gerçek çıkmış kaynaklara göre..” ifadesinin dikkatini çektiğini söyledi. Gülerce, Ekrem Dumanlı’nın mektubunu değerlendirmeden önce, Fuat Avni hakkındaki kanaatini tekrarladı. Gülerce, şunları söyledi:

“Fuat Avni’nin bizimle ilgisi yok diyorlar, değil mi? Fuat Avni’yi açıkladık. Fuat Avni, bir kişi değildir. Bir havuz. Amerika’dan açılmış twitter hesapları bunlar. Bir havuzdur. Dinlemelerden ve hâlâ devlet kademelerinde bulunan işte bu ‘Paralel Yapı elemanı’ dediğimiz kişilerden gelen istihbaratlar, bir havuzda toplanıyor, süzgeçten geçiriliyor, okunuyor, kelimelere dökülüyor, kontrol ediliyor ve sonra yayınlanıyor. Bir de bana suikast yapılacağını da söyledi geçen hafta. Şimdi ben suç duyurusunda bulundum, ne yaptı savcılar, bilmiyorum. Adam diyor ki, ‘Hüseyin Gülerce, savcılara verdiği ifadede bir liste sundu onlara. Vatandaşlar ve esnaflar var. O listeye göre her hafta bir operasyon yapılacak’ diyor. ’25 Aralık’ta başlıyor’ diyor; Allah’tan 25 Aralık geçti; yani o dediği çıkmadı; ama bundan sonra yapılacak operasyonlar için beni hedef gösteriyor. Ben, hiçbir zaman, bir insanın, bilmediğim, tanımadığım bir insanın, ‘suç işlemiştir, suça karışmıştır’ diye ismini vermem, veremem. Allah’tan korkmak lâzım. Bilmiyorum adamın ne yaptığını. Nasıl diyeceğim ‘şunları, şunları, şunları tanıyorum, bunlar bu işin içerisinde’ diye? Yani bilmediğim, hiç tanımadığım bir insan için ben böyle söyleyemem. Böyle bir liste vermem zaten söz konusu değil. Bir de şu var: Fuat Avni’nin kafası biraz bulanık şu anda, gardı düşmüş durumda. Yani ters yumruk yemiş boksör gibi. Bakıyor ama net göremiyor. Yaav, bu savcılıklarda verilen ifadeler, çok kısa süre sonra zaten sizin elinize geçiyor, Fuat Avni Beyler!.. Yani ben böyle bir liste versem, sizin bu listeden haberdar olmanız gerekir; ama sen beni hedef gösteriyorsun. Şimdi öyle korkma falan diyorlar. Bir mümin, Allah’tan başka kimseden korkmaz. Ölümden hiç korkmaz. Ölüm, geçici hayatın sona ermesi, ebedî hayatın başlamasıdır.”

Kasedim yok ki korkum olsun

(Cemaat’e yönelik eleştirileri kast edilerek) kendisine “Seni neyle korkuttular?” diye sorulduğunu da belirten Gülerce, “Allah’a şükür, benim kasedim yok. Bak ne diyorum; benim bir kasedim yok. Dolayısıyla beni o ‘Paralel Yapı’, hiçbir şekilde korkutamaz. Yamuk bir işim yok. Ben, 1995’ten beri, 20 senedir sadece gazeteden ve Samanyolu televizyonundan aldığım bir ücretle geçinen (geçinmiş) bir kişiyim, başka bir gelirim yok. Bir de şimdi emekli olduğumdan beri emekli maaşım var. Yani beni tutturacakları bir ticarî işim de yok benim. Bir yanlışım yok. Yani benim önüme bir şey koyamazlar. Dolayısıyla, korkma, ancak kasedi olanların korkusu olabilir, yamuğu olanların korkusu olabilir. Çok şükür Allah’a, öyle bir şey yok” diye konuştu.

Hanefi Avcı’ya kumpas kuruldu

Hüseyin Gülerce, konuşmasında, Hanefi Avcı’ya verilen hapis cezasının Yargıtay tarafından onanmasını da değerlendirdi.

Hanefi Avcı’ya bir kumpas kurulduğuna inandığını dile getiren Gülerce, “Yani bir kitap yazdı, o kitap Cemaat’i rahatsız etti. Daha doğrusu, Cemaat’ten ziyade o ‘Paralel Yapı’ dediğimiz en fazla bin kişilik yapıyı rahatsız etti ve çok mahir oldukları şimdi anlaşılıyor, bir uzmanlık alanına dönüştü bu kumpas becerileri bunların” dedi.

Hanefi Avcı’nın, “Yasa dışı Devrimci Karargâh terör örgütüne ve mensuplarına yardım etmek” ve “Ruhsatsız, vahim nitelikte tam otomatik ve yarı otomatik silah taşımak” suçunu işlediği gerekçesiyle mahkûm edildiğini hatırlatan Gülerce, kimsenin bu iddialar inanamayacağını söyledi. Gülerce, hukukçu gazeteci Taha Akyol’un da bu iki iddiayı da hukuken zayıf bulduğunu, Avcı’nın sol örgütlerle mücadele etmiş bir emniyet görevlisi olduğunu belirttiğini kaydetti. Taha Akyol’un yazısının eksik olduğunu da ifade eden Gülerce, sözlerine şöyle devam etti:

Cemaat yargıyı ele geçirince bu yargıya müdahale olmuyor mu?

“Bu kararın yanlış olduğunu söyledikten sonra, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin, Paralel Yapı ile ilişkisi olacağını, hiç olmazsa ima etmeniz gerekir. Bakınız, liberal, ama milliyetçi ama sol liberal arkadaşlarda, 14 Aralık operasyonundan sonra işte ‘darbeye hayır, medyanın bağımsızlığına sahip çıkın’ diye bir bildiri de yayınladılar, değil mi? Ben, orada imzası bulunan insanlardan, isterdim ki, Hanefi Avcı meselesinde de bir sözleri olsun. Beni rahatsız eden şey budur bakınız. ‘Hükümet yargıya müdahale ediyor’. Ben, orada da bunu yargıya müdahale gibi doğrudan doğruya anlamıyorum. Neden anlamıyorum? Şimdi gene bu arkadaşlar, geçmiş dönemde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) ele geçirilmesini bu Paralel Yapı tarafından, hiç konuşmuyorlar. Yaa arkadaş, bu yapının dağıtılması için elbette ki hükümet bir şey yapacak. “Yargıda Birlik Platformu” oluşturacak. Düşününüz bakın, 15 bin hakim ve savcı, son seçimde oy kullandı. 5 bine yakını, ‘Paralel Yapı’ denilen kişiler tarafından hazırlanmış listeye oy verdi. Yani üçte biri şu anda bu yargı bünyesi içerisinde ‘Paralel Yapı’nın etkilediği, 20 seneden beri, çocukluklarından beri, lise talebeliğinden beri ilgilendiği, bir şekilde etkilediği ve bunların içerisinde de gözü kara, yukarıdan gelenleri talimat kabul edip uygulayan insanlar var. Şimdi, böyle bir yapıyla yargıyı ‘Paralel Yapı’ ele geçirince bu rahatsızlık vermiyor, hükümetin bu yapıyı tesirsiz kılmak için yargıda yaptığı şey, ‘siyasetin yargıya müdahalesi’ oluyor. Bunu eleştir, tamam; e buna hiçbir şey demiyorsun!.. Hanefi Avcı meselesini, bu imzası olan insanların hiçbiri görmedi. Halbuki görmeleri gerekirdi. Neden görmeleri gerekirdi? Yine bu arkadaşların sahip çıktığı ve hakikaten AK Parti’nin kapatılması davasında diğer hukuk dışı Anayasa Mahkemesi’nin vasıta edilmek istendiği meselelerde dik duran, gerçekten dik duran, hâlen Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Sayın Haşim Kılıç’ın sözleri var.”

Haşim Kılıç, 13 HSYK üyesinin Paralel Yapı’nın elemanı olduğunu biliyordu

Haşim Kılıç’ın, Antalya’da düzenlenen 2 günlük ‘Ulusal Koruma Mekanizması Olarak Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Konferansı”na katıldığını ve orada bazı gazetecilere açıklamalarda bulunduğunu kaydeden Gülerce, Kılıç’ın sözlerini, Radikal.com.tr yazarı Murat Yetkin’in 28 Kasım tarihli yazsından, “Bu çok önemli bir şey” diyerek şöyle nakletti:

“Birkaç gazeteci arkadaş, Kılıç’a sordu; ‘Yargıdaki görünümü nasıl değerlendiriyorsunuz?’ ‘Yargıda belli bir gerilim var’ dedi. ‘Ama bu, öteden beri var’. Sonra, aramızdaki soru cevap faslı şöyle cereyan etti:

“-Gerilimin kaynağı ne?
- Gerilimin kaynağı, yargıyı ele geçirme çabası. Biri hakimiyetini sürdürmek, diğeri de onun etkisini kırmak istiyor. İki taraftan biri, yargıyı ele geçirmek istiyor.
-Gerilimin tarafları kim?
-Biri hükümet, diğeri de Yargıtay’daki hakim grup.
-Sizce de Yargıtay’da hükümetin ‘paralel’ dediği Gülenciler mi hakim?
-Birlikte davranan böyle bir grubun olduğu anlaşılıyor.”

Gülerce, bu kısmı okuduktan sonra, şu değerlendirmede bulundu:

“Adım gibi biliyorum, Sayın Haşim Kılıç, geçmiş dönemdeki HSYK üyelerinin 13 tanesinin bu ‘Paralel Yapı’nın elemanı olduğun da kesin biliyordu. Kesin. Bak, adım gibi biliyorum. Biliyordu. Keşke, o dönemde bunu söyleseydi. Şimdi ben yine o liberal-demokrat arkadaşlara sesleniyorum; ne olur bu Sayın Hanefi Avcı meselesinde, Yargıtay’daki 9. Daire’deki bu insanların, ‘Paralel Yapı’ elemanı olabileceğine dair endişelerinizi, hak namına, demokrasi namına söyleyin. Siz bunu söylemediğiniz müddetçe, sizin yazarlığınız, sizin akademisyenliğiniz, bu ülkede ciddiye alınmayacaktır. Size kimse kulak kabartmaz. Çünkü siz, çifte standart uyguluyorsunuz. Bunu nasıl görmezden gelebilirsiniz? Yargıtay’a yeni üyeler geldi. Bu daireler yeniden oluşuyor. 9. Daire’nin içinde ‘Paralel Yapı’nın bir hakimiyeti varsa, kim olduğu görülüyor, ima ediliyor, ünlem işareti konuluyor Adalet Bakanı tarafından. Tam bu yapılanma, yeni üyelerden istifadeyle kurulacakken, yangından mal kaçırır gibi siz, son dakikada bu kararı niye veriyorsunuz? Sizin eğer vicdanlarınız adil olsaydı, ‘Yaa yeni arkadaşlar geliyorlar. Biz, zaten bu konuda zan altındayız’. Hanefi Avcı, itiraz etti bu heyete. ‘Biz, zan altındayız. Adaletin tecelli etmesi bakımından yeni gelen arkadaşlara bırakalım bunu’ niye demediniz? Ama çok kişinin işaret ettiği gibi bu, ‘Paralel Yapı’nın güç gösterisidir: ‘Biz burdayız! Biz ayaktayız!’. Çünkü sürekli olarak ‘direnin’ deniyor, bakınız. ‘Direnin’ deniyor, ‘Diz çökmeyin’ deniyor. (Gülen’in vaazlarını kast ediyor-RM) Kime deniyor bu? Tabandaki insan kime diz çökecek? Onun hükümetle bir alıp veremediği yok ki, Hizmet’in % 99,99’unun. ‘Diz çökmeyin’ denilen, işte bu insanlar. ‘Pes etmeyin’ denilen, bu insanlar. Ben, rica ediyorum; niye devletin, hükümetin karşısına bu bürokrasideki, Emniyet’teki, Yargı’daki insanlar dikiliyor? Dikilmek isteniyor? Bu kavga nereden çıktı? Bu savaş niyeti neden çıktı? Bunu kendi başınıza mı yapıyorsunuz? Bu cesareti nereden alıyorsunuz? Bu cesareti nereden buluyorsunuz? Kendi ülkenizin hükümetine, Cumhurbaşkanına hakaret etme, savaş dili kullanma, direnme çağrısı yapma… Allah aşkına, sizde hiç görmediğimiz daha önce, bilmediğimiz bir özellik, vasıf. Bu karakter değişikliğinin sebebi nedir? Neden değiştiniz?”

Cemaat AB’den, ABD’den yardım istiyor ama millete yaslanan kazanır

30 Mart yerel seçimleri ile Cumhurbaşkanı seçimi sonuçlarının, Paralel Yapı’nın Türkiye’de bir gücünün olmadığını gösterdiğini ifade eden Gülerce, “Onun için de bakın, daha çok Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve yurt dışındaki güç merkezlerine bir yönelme var. Gözler oraya çevrildi. Onlardan medet umuluyor. Onlar, ‘imdat’ çağrısıyla davet ediliyor. Onlara S.O.S veriliyor; ‘Zor durumdayız, nerdesiniz?’ deniliyor. Ben de diyorum ki, demokrasilerde, insanların yönetiminde, Türkiye ölçeğinde söyleyeyim, bu millete yaslanan kazanır. Başka yerlere yaslananlar, kaybederler” diye konuştu.

Kumpası kabul etmek, askerî vesayeti inkâr etmeyi gerektirmez

Hüseyin Gülerce, bir soru üzerine, Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat davalarının yeniden görülmesi gerektiğine inandığını da dile getirdi. Gülerce, bu davaların birer tasfiye operasyonu olduğunu düşündüğünü, emir komuta zinciri altında emirleri yerine getirenlerin bile şimdi terfi sıkıntısı yaşadıklarını belirtti. Diğer taraftan askerî vesayetin inkâr edilemeyeceğini vurgulayan Gülerce, “Askerî vesayet vardı bu ülkede. 27 Mayıs 1960 darbesini kim yaptı yaav? Cinler mi yaptı? 12 Mart 1971 darbesini kim yaptı? 12 Eylül 1980 darbesini kim yaptı? Silahlı Kuvvetler içerisindeki cuntalar değil mi? 27 Nisan E-Muhtırası’nı kim verdi? Demokratik miydi bunlar?” diye sordu.

Hüseyin Gülerce, Hürriyet gazetesinin santralinin dinlenmesi konusunda Hürriyet’in konunun üzerine gitmesi gerekirken sessiz kalmasını sebebini de sordu.

Hiç yorum yok: