Recep Arslan |
Yazar Recep Arslan, Ahmet Muhip Dıranas’ın ‘Fahriye Abla’ şiiriyle anılmak istemediğini ancak buna engel olamadığını söyledi. Arslan, Dıranas’ın, eşi Münire Hanım’a, ‘Ben öldükten sonra sinemacılar bu şiiri sinemaya aktarmak isterlerse kesinlikle izin verme’ dediğini ancak Münire Hanım’ın izin verdiğini anlattı.
Yazar Ahmet Özdemir de, 1990’lı yıllarda program metinlerini yazdığı “Bir Şiirdir Yaşamak” isimli televizyon programına Ahmet Muhip Dıranas’ın ünlü “Fahriye Abla” şiirinde anlattığı Fahriye Hanım’ı bulup konuk ettiklerini belirterek, kendisine Dıranas’ı sorduklarında ‘Valla bilmem ki, vardı bir genç ama hiç bilmiyorum bunları’ dediğini aktardı.
Hayatı ve Şiirleriyle Ahmet Muhip Dıranas’ın Dünyası
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü, Şair, Yazar Ahmet Muhip Dıranas’ın hayatının, edebî şahsiyeti ve eserlerinin ele alındığı bir program düzenledi.
Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen ve sunuculuğunu Harun Yöndem’in yaptığı “Hayatı ve Şiirleriyle Ahmet Muhip Dıranas’ın Dünyası” başlıklı programda, Oturum Başkanlığını Yazar Recep Arslan’ın yaptığı bir panel düzenlendi. Panele konuşmacı olarak Prof. Dr Durali Yılmaz ve Yazar Ahmet Özdemir katıldı.
Batılı sembolistlerin yapmak istediklerini
daha önce tasavvuf edebiyatı yapmıştı
daha önce tasavvuf edebiyatı yapmıştı
Prof. Dr. Durali Yılmaz |
Prof. Dr Durali Yılmaz, “Asıl Batı’nın sembolizmle ulaşmak istediği şey, bizim tasavvuf şiirimizin ulaşmak istediği nokta” dedi. Yılmaz, Mevlânâ’nın Mesnevî’de kendisini göl kenarındaki bir kamışın yerine koyarak mısralar söylediğini hatırlatarak, Mevlâna’nın ve Yunus’un şiirlerinde eşyayla bütünleşmenin gerçekleşmiş olduğuna işaret etti.
Abdülhakim Arvâsî’nin dizinin dibinde olduğu için tasavvufu en iyi bildiği düşünülen Necip Fazıl Kısakürek’in bile eşyayla bütünleşmeyi gerçekleştiremediğini belirten Yılmaz, “Halbuki biz, Batı’yı bir tarafa atıp da kendi edebiyatımızdan, kendi kültürümüzden gelseydik (ilerleseydik) başka türlü olurdu” dedi. Türkiye’deki filolojilerde Türk Edebiyatı’ndan hiç bahsedilmiyor oluşundan yakınan Yılmaz, Batı ülkelerinde ise ilk önce kendi edebiyatlarının öğretildiğini vurguladı. Yılmaz, “Bir bizde yok, bir de Araplarda yok. Böyle bir şey olamaz. Yani kendine güvenmeyen, kendi edebiyatına inanmayan bir toplumun şairi, bu modaya uyarak ancak böyle oluyor. Batı’dan aldığımız şeyle edebiyat yapmaya çalışıyoruz. Burada bence yine tekrar söylüyorum en başarılı olan Dıranas. Ağrı şiiri olsun, Kar şiiri olsun… Yani sembolist diyebileceğimiz tek şair Dıranas. Haşim, empresyonist.” dedi.
Prof. Dr Durali Yılmaz’ın konuşmasının ardından Harun Yöndem, Dıranas’ın şiirlerinden örnekler seslendirdi.
Necip Fazıl’ın oyunu birinci olunca…
Ahmet Özdemir |
Özdemir, daha çok şiirleriyle dikkat çeken Dıranas’ın Devlet Tiyatrosu Edebî Kurulu Başkanlığı’na getirilmesinin tiyatro alanında daha çok eser vermesine engel olduğunu söyledi. Özdemir, “Çünkü Ahmet Muhip Dıranas, Edebî Kurul Başkanlığı Başkanı olduğu dönemlerde kendi oyunlarını Devlet Tiyatrosu’nda oynatmıyordu. Ancak Gölgeler oyunu, 1952 ve 19 82 yıllarında sadece birer kez Devlet Tiyatroları’nın repertuvarına girebilmişti” dedi.
Ahmet Muhip Dıranas’ın, tiyatro eleştirmenleri tarafından pek dikkate alınmadığını ifade eden Özdemir, “Sadece ben tiyatro mecmuaları arasında ‘Türk Tiyatrosu’ adlı bir derginin Ahmet Muhip Dıranas’ı kapak yaptığı ve onun oyunundan söz ettiğini bulabildim. (1949) Yayınlayan da Muhsin Ertuğrul” dedi. Özdemir, Dıranas’ın Gölgeler isimli oyununun 1947’de CHP Halk Evleri Temsil Yayınları arasında yayınlandığını belirtti. İlk adı “O Böyle İstemezdi” olan oyununun da daha sonra “Çıkmaz” adını aldığını kaydetti.
Özdemir, Ugo Betti’nin 1946 yılında yazdığı, Ahmet Muhip Dıranas’ın Türkçe’ye çevirdiği ve Yönetmenliğini Sadık Yağcı’nın yaptığı Keçiler Adası isimli oyunun, bu yıl İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmeye başlandığını söyledi.
Özdemir, Ahmet Muhip Dıranas’ın, 19. Yüzyılda batıda filizlenen sembolizm akımından etkilendiğini, tiyatro oyunlarında da sembolizmin özelliklerinin görüldüğünü anlattı. Gölgeler oyununda kahramanların isimlerinin olmadığını, anne, baba, uşak gibi sıfatlarla anıldığını belirten Özdemir, oyunu özetledi. Özdemir, bazı replikler okuyarak, Dıranas’ın oyunlarında da adeta bir ‘şiir dili’ kullandığını ifade etti.
Harun Yöndem, Ahmet Muhip Dıranas’ıın soyadının Sinop Dıranas Dağı’ndan geldiğini ve bazı kaynaklarda “Dranas” şeklinde “ı” harfi kullanılmadan yazılmasının yanlış olduğunu söyledi.
Muhtemelen Erdal Öz tarafından 1960’lı yıllarda Dıranas’la yapılmış olan ve TRT Radyo Arşivi’nde bulunan bir röportajı dinlediğini anlatan Yöndem, Dıranas’ın ses tonunun çok hoş olduğunu ve kendi şiirlerini güzel okuduğunu söyledi. Yöndem, Dıranas ve eşi Münire Hanım’ın birlikte okudukları Serenat şiirinin de aralarında yer aldığı 7 şiirin ses kayıtlarını Millî Kütüphane’ye verdiğini söyledi. Yöndem, Dıranas’ın şiirlerini seslendirdi.
Recep Arslan |
Arslan, Dıranas’ın Sinoplu babası Galip Bey’in Balkan ve Çanakkale Savaşları ile 1. Dünya Savaşı’na katıldığını, yıllarını savaş meydanlarında geçirdikten sonra 2 çocuk sahibi olduğu tarikat mensubu Üsküdarlı eşi Seniha Hanım’a dönmeyip başka bir evlilik yaptığını; Seniha Hanım’ın ise Galip Bey’i bulup evine yerleştiğini, Dıranas’ın ikinci eşinin bunun üzerine Dıranas’ı terk ettiğini anlattı. Arslan, Galip Bey’in hayatının bu yönüyle tam bir roman konusu olabileceğini söyledi.
Arslan, Faruk Nafiz Çamlıbel’in Dıranas’a mesafeli durduğunu ve şiirlerini beğenmediğini, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ise ona ilgi gösterdiğini, Dıranas’ın da bu sayede şiire devam ettiğini ifade etti.
Sanat ve özel hayat
Prof. Dr Durali Yılmaz da, araştırmacı bir arkadaşının Peyami Safa’nın Sevim Burak’a yazdığı aşk mektuplarını bulduğunu ve yayınladığını, 51 yaşındaki Peyami Safa’nın da 18 yaşındaki Sevim Burak’ın evinde öldüğünü kaydettikten sonra, Batı toplumlarında edebiyatçıların özel yaşantılarının, onların sanatçı kişiliğine gölge düşürmediğini ifade etti. Yılmaz, şöyle konuştu:
Bir yanı sapık, manyak, bir tarafı büyük sanatkâr…
“Meselâ Baudelaire, tamamen sapık bir adam. Annesiyle yatağa girecek kadar manyak. Böyle tipler, Batı edebiyatında çok var. Hiç aldırmıyorlar. Bizde de tabii ki iki şahsiyeti vardır sanatkârların, bütün mesele buradan kaynaklanıyor. Ben hep bunu söylerim. Andre Gide, müthiş Dostoyevski hayranıdır. Bir gün Dostoyevski’nin mektupları, Fransızca olarak yayınlanır. Andre Gide, mektupları alır, der ki, ‘Masama koydum, bir türlü okumaya cesaret edemiyorum. Çünkü bir tanrı nasıl mektup yazar?’ Öyle ya, Raskolnikov’u yaratmış, Prens Mişkin’i yaratmış ve dünya edebiyatını alt üst etmiş bir tanrı, nasıl mektup yazar? ‘Sonra bütün cesaretimi topladım’ diyor, ‘okumaya başladım. Karşıma manyak, sapık, geri zekâlı bir herif çıktı’ diyor. ‘Bu ne iştir! Bunları yazan bu mu?’ ‘Sonra anladım ki’ diyor, ‘o Dostoyevski başka bir Dostoyevski, bu hayatı yaşayan Dostoyevski başka bir Dostoyevski’. Tabii ki Ahmet Muhip Dıranas’ın hayatında her şey olabilir; ama o Ahmet Muhip Dıranas’la bunu çok ayıramadığımız için, aslında yazılması lâzım bunların tek tek ve kendi şiir dünyasında öylesine yaşıyor ki, yani hayatı ayrı bir şey. Diyelim ki o kadınlarla yatan, koşan eden veya ailesini ihmal eden Ahmet Muhip Dıranas başka bir şey, o Serenat’ı yazan, Olvido’yu yazan, Ağrı’yı yazan Ahmet Muhip Dıranas tamamen başka bir şey.”
Anadolu kültürüyle beraber
İslâm tasavvufu da şiirinde yer alsaydı…
İslâm tasavvufu da şiirinde yer alsaydı…
Yılmaz, Latin Amerikalıların, Maya kültürü, çağdaş Batı ve Hıristiyanlığı harmanlayarak yepyeni bir roman oluşturduklarını, Cengiz Aytmatov’un da Manas heyecanıyla çağdaş Rus roman geleneğini birleştirip ‘yepyeni bir şey söylediğini’ ifade ederek, “Ahmet Muhip Dıranas, keşke bizim kültürümüzle, yani 6 bin yıllık Anadolu kültürüyle beraber İslâm tasavvufu da İslâm kültürü de bunun şiirinde yer alsaydı çok büyük şiirle karşı karşıya gelecektik. Necip Fazıl’ın şiirinde sadece İslâm kültürü ve heyecan yer alır, Anadolu kültürü hiç yoktur. Bana sorarsanız sıkıntı burada; ama Ahmet Muhip Dıranas şeyi başarmıştır; Anadolu’nun o kadim kültürünü aşağı yukarı Ağrı’da hissettirir, öbüründe hissettirir” dedi.
Fahri’ye Abla’ı bulup televizyon programında Dıranas’ı sorduk
Harun Yöndem’in Olvido şiirini okumasının ardından söz alan Ahmet Özdemir, 1990’lı yıllarda program metinlerini yazdığı “Bir Şiirdir Yaşamak” isimli televizyon programına Ahmet Muhip Dıranas’ın ünlü “Fahriye Abla” şiirinde anlattığı Fahriye Hanım’ı bulup konuk ettiklerini belirterek, “Bir gariban, gerçekten de bir halk kadınıydı. ‘Valla bilmem ki’ dedi, ‘Vardı bir genç ama hiç bilmiyorum bunları’ dedi. Orada Fahriye Abla’yı bir sembol olarak Ahmet Muhip Dıranas kullanmış. Fahriye Abla, halktan birisi. Halktan birisi olduğu için, ‘insan Fahriye Abla’ olduğu için bir yığın güzel sanat eseri olan, akademisyenlerin beğendiği, üzerinde yorumlar yaptığı şiirler dururken, ‘Fahriye Abla’ herkes tarafından biliniyor” diye konuştu. Özdemir, edebiyatçıların özel hayatlarının sanatçı kişiliklerini gölgelememesi gerektiğini ifade etti.
Özdemir’in sözlerinin ardından Harun Yöndem, Dıranas’ın ‘Fahriye Abla’ şiirini okudu.
Recep Arslan da, Ahmet Muhip Dıranas’ın ‘Fahriye Abla’ şiiriyle anılmak istemediğini ancak buna engel olamadığını belirterek şunları söyledi:
“Münire Hanım’a sıkı sıkı tembih ediyor; ‘Bak Münire, ben bu Fahriye Abla şiirinden son derece bizarım. Benim şiirim bu değil; ama millet beni bu şiirimle tanıyor. Ben öldükten sonra, sen de ekonomik sıkıntı çekiyorsun, sinemacılar sana gelirler, bunu film yapmak isterler. Zinhar izin verme!.. Münire Hanım, sanki başka şey denmiş, tam aksi söylenmiş gibi, Yavuz Turgul geliyor, bir teklifte bulunuyor, iyi de para teklif ediyor galiba, e kadının da ihtiyacı var, alıyor ve film çevriliyor. Müjde Ar da oynayınca zaten, hani ne diyorlar, bundan daha ballı kadayıf olmaz. Böyle bir film çevirmiş oluyorlar.”
(Haber: Sürur Öztürk / Fotoğraf: Gültekin Karakaş)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder