Sürur Öztürk
Yozgat Belediyesi, yanılmıyorsam 2 yıldan bu yana merhum Abbas Sayar’ı mezarı başında bir merasim düzenleyerek anıyor. Bu merasime, Başkan Yusuf Başer’le birlikte birkaç belediye müdürü ile vefakâr birkaç gazeteci de iştirak ediyor.
Bu anma merasimleri, daha önce bu kadarını bile yapmayan Yozgat için bir ilerleme olarak kabul edilebilir. Bu münasebetle Yozgat Belediyesi’ne teşekkür de edebiliriz. Fakat ben, müsaadenizle konunun başka ve daha önemli gördüğüm bir cephesine işaret edeceğim.
Bir şehir, kendi topraklarında yetişmiş bir edebiyatçıyı vefatından sonra resmî olarak yad etmek istiyorsa bu anmanın anlamı şudur: Onun eserlerini, eserlerine yansıyan fikirlerini, duygularını, edebî kabiliyetini, eserlerine kaydettiği bilgileri yeniden ve farklı açılardan ele alıp tahlil ederek şehir halkına takdim etmek; bu yolla da şehirde yeni edebî eserlerin telifini ve fikrî faaliyetleri teşvik etmek. Yoksa vefat etmiş bir insanın ruhuna Fatiha okumak her yerde her zaman mümkündür ve bunun için doğum ya da ölüm yıldönümünü beklemeye gerek de yoktur.
Edebî bir şahsiyet için düzenlenen resmî anma merasimleri, şehirdeki kültür sanat zemininin üzerine inşa edilerek, o zeminde yeni fidanlar yeşermesi içindir.
Eğer şehirde bir kültür zemini tesis edilmemişse; yani meselâ yerel basının böyle bir derdi yoksa; şehrin kültürel yapısına dair özel haberler, yorumlar, röportajlar sık sık yayınlanmıyorsa, gazetecilerin tartışma konuları arasında bu konular yer almıyorsa; sivil toplum kuruluşlarının böylesi faaliyetlerde bulunmak akıllarına bile gelmiyorsa; mahallî idareler ve üniversite, şehirde bir kültür sanat zemini tesis etme istikametinde samimi bir gayret sarf etmiyorsa; şehrin okullarında öğretmenler, genç öğrencilere kültür ve sanatla iştigal etmenin hazzını, lezzetini vermiyorlarsa; şehrin kitapçılarında, kahvehanelerinde bu konuların münazara edildiği mahfiller teşekkül etmiyorsa, o şehirde yetişmiş bir edebiyatçıyı, bir şairi, bir yazarı, bir ressamı, bir müzisyeni, bir sanatkârı, bir gazeteciyi anmanın kayda değer bir karşılığı olmayacaktır.
Şehir, bu kültür sanat zeminini kendi dinamikleriyle tesis etmek durumundadır. Edebî ya da kültürel sohbetlerin, sanat münazaralarının evlerden, kitapçılardan, kahvehanelerden taşıp şehrin sokaklarına, caddelerine sessizce de olsa yayılması gerekir. Şüphesiz ki bu, hiçbir gayret göstermeden kendiliğinden oluşacak bir durum değildir.
En az bunun kadar önemli olan bir diğer husus da, şehrin yetiştirdiği yazarlara, şairlere, ressamlara, müzisyenlere, sanatkârlara, gazetecilere sadece vefat ettikten sonra değil, onlar hayattayken değer vermektir. Unutmamak gerekir ki, hayatta olan bir insandan istifade etmek, vefat etmiş bir insandan istifade etmekten çok daha verimlidir.
Bir kamu kurumu için yazdığım bir haberde kullandığım başlık şöyleydi: Vefâ odur ki vefâtı beklemesin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder