8 Temmuz 2010 Perşembe

Yaprağını yerken kıtır kıtır, sapına gelince mee!..

Yorum – Sürur Öztürk

Daha önce Amerikan neo-con takımı ve İsrail’in bir kanadı ile bazı Avrupa ülkeleri, Türkiye’yi tuzağa düşürmek için hükümeti sınır ötesi harekât kararı almaya zorluyordu. Şimdi ise Amerika, Irak’ın güvenliğini devretmek için Türkiye’yi Kuzey Irak’a yerleşmeye çağırıyor. Bu, Ortadoğu dengelerini derinden etkileyeceği için, bir taraf bunu sağlamaya çalışırken, diğer taraf da bu hazırlıkları engellemeye çalışılıyor.

Kullanılan malzeme yine aynı: PKK ve şehit cenazeleri…

Gelin, “Şehit cenazelerinde hükümeti protesto eylemleri”ni bir de bu açıdan değerlendirelim:

Müslüman cenazesinde alkışlar, sloganlar, kavgalar…

Türkiye’nin değişik illerinde bazı şehit cenazelerinde törene katılan küçük grupların siyasîlere tepki gösterdikleri zaman zaman basına yansıyor. Bu tepkilerin en dikkat çeken ayrıntılarından birisi, hükümete tepkiyi genellikle şehit yakınlarının değil, cenaze törenine katılan siyasî grupların göstermesi. Cenaze törenlerinde protesto eylemi düzenlenmesinden rahatsızlık duyan şehit yakınlarının açıklamaları da daha önce zaman zaman basında yer almıştı. Geçmişte, şehit cenazesinde hükümete karşı protesto eylemi düzenleyenlerin şehir dışından gelen yabancılar olduğuna dair örnekler ile cenazede protesto eylemi yapanların şehidin cenaze namazını kılmadıklarına dair örnekler de basına yansımıştı.

Uluslar arası stratejilerin piyonu olmak

“Şehit cenazelerinde hükümete karşı protesto eylemleri”, 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi ciddi bir artış göstermiş, daha sonra bu eylemlerin hükümeti devirme planları yapan bazı emekli generaller tarafından hükümeti yıpratmak için tertiplendiği Ergenekon iddianamelerine de yansımıştı. Bugün itibariyle de, askerlerimizin hayatını kaybetmelerine sebep olan terör saldırılarında ağır askerî ihmaller, güvenlik ve istihbarat zafiyeti olduğu, resmî belgelerle de bir bir ortaya çıkıyor.

Gazeteci Tuncay Özkan kullanılarak emekli generaller tarafından organize edilen “Cumhuriyet Mitingleri”nin gündemde olduğu o dönemde şehit cenazelerindeki eylemlerin siyasî amacı, hükümeti yıpratmaktan ibaret değildi.

Önce, düzenlenen saldırılarla askerlerimiz şehit ediliyor, sonra da o şehitlerimizin cenaze törenlerine gönderilen “görevli protestocular” tarafından hükümet protesto ediliyor, cenaze törenine katılan siyasîlere tepki gösteriliyor, üzerlerine yürünüyor veya sert cisimler fırlatılıyordu.

Maksat, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni sınır ötesi operasyona zorlamak, bu yolla Türk askerini Kuzey Irak’a çekmekti.

Askerlerimiz şehit edildikçe halkın “Yeter artık! Ordu Kuzey Irak’a girsin, PKK’yı yok etsin!” diye sesini yükseltmesi sağlanmaya çalışılıyordu. Askerlerimizi şehit edenlerle, cenaze törenlerindeki protestoları organize edenler aynı odaklardı…

O dönemde uygulanmak istenen plana göre, hükümet üzerinde oluşturulan kamuoyu baskısı sonucu Türk askeri Kuzey Irak’a sınır ötesi harekât düzenleyecek, sonra da Türk askeri önce oradaki Peşmergelerle, sonra da sivil halkla karşı karşıya getirilecekti. Ardından, “Türk askeri Irak’ta sivil Kürtleri öldürüyor” yaygarası, organize bir propaganda faaliyeti ile dünya kamuoyunun gündemine taşınacaktı. Böylece, bir taşla birkaç kuş vurulmuş olacaktı:

Hem, Türkiye’nin Kuzey Irak’la arası açılacak ve bütünleşmesi önlenecek, hem aralarında siyasî görüş ayrılıkları olan ve geçmişte birbirleriyle silahlı çatışmalara girmiş olan Barzani – Talabani – PKK - Peşmerge grupları, Türkiye’ye karşı birleştirilmiş olacaktı.

Hedeflenen nihaî sonuç da şuydu: ABD Irak’tan tamamen çekildiğinde Irak’ta doğacak otorite boşluğunu Türkiye’nin doldurması engellenmiş olacak, Irak’ın kontrolü de İngiltere merkezli olarak Avrupa’ya geçmiş olacaktı. Böylece, Türkiye-ABD ittifakı da çökertilmiş olacak, Türkiye’de de hükümet zayıflatılmış ardından da devrilmiş olacaktı. O dönemde bu bir Avrupa stratejisiydi.

Şehit cenazeleri, cenaze törenlerinde çıkarılan olaylar ve bu olayların medya kanalıyla kamuoyuna yansıtılması sonucu oluşturulan “kamuoyu baskısı” sebebiyle Türk Silahlı Kuvvetleri o dönemde Kuzey Irak’a sınır ötesi harekât düzenlemek zorunda kalmıştı.

Fakat hatırlayacaksınız, sınır ötesi harekât, sürpriz bir şekilde sona erdirilmiş ve tahmin edilenden çok daha erken bir tarihte Türk askeri Türkiye’ye dönmüştü. Anlaşılıyordu ki, kamuoyu baskısı sonucu Kuzey Irak’a askerî harekât düzenleyen Türk askeri, kendisinin düşürülmek istendiği tuzağı fark etmiş ve “Türk askeri Irak’ta sivil Kürtleri öldürüyor” provokasyonuna meydan vermeden, çabucak Türkiye’ye dönmüştü. Eğer böyle bir provokasyon hazırlığı olmasaydı, Türk askeri muhtemelen Kuzey Irak’ta bir üs kuracak ve uzun süre orada kalacaktı.

Yine hatırlayınız, o dönemde Türk askerinin sınır ötesi harekâtı kısa tutmasına en sert tepkiyi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli göstermiş, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile Devlet Bahçeli arasında çok ağır polemikler yaşanmıştı.

Devlet Bahçeli, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin açıklamasındaki bazı ifadeler PKK’ya itibar kazandırıyor” diyecek kadar ağır bir ifade kullanmış, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt da Bahçeli’nin eleştirilerine cevaben, ‘Haksız ve seviyesiz saldırıların Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hainlerden daha fazla zarar verdiğini’ söylemişti.

Acaba Genelkurmay, Bahçeli’yi hangi safta görüyordu? Türk askerinin orada uzun süre kalmasını isteyenlerin safında mı, yoksa askerimize kurulmak istenen tuzağa zemin hazırlamak isteyenlerin safında mı?

O dönem, öyle bir dönemdi… Anlaşılıyor ki, bugünlerde de benzer bir dönemden geçiyoruz. Gözüken o ki, Türk askeri yine Kuzey Irak’a girmeye hazırlanıyor. Ancak bu kez uzun süre kalması, orada bir askerî üs kurması isteniyor olmalı.

Nitekim Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Star TV’de Uğur Dündar’a söylediği “Sözün bittiği yerdeyiz” sözü, kapsamlı bir sınır ötesi harekâtın işareti olarak yorumlandı.

Esasında, Türk askerinin Kuzey Irak’a yerleşmesine zemin hazırlayacak bir sınır ötesi harekâtın işaretleri daha önce de kendisini göstermişti.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, G-20 zirvesine katılmak için gittiği Toronto’da düzenlediği basın toplantısında PKK ile mücadelede NATO’nun da rol alması gerektiğini ifade etmişti.

Hürriyet’in haberine göre, Irak’taki Amerikan güçlerinin komutanı Orgeneral Ray Odierno da, ABD birliklerinin bu ülkeden tamamen çekileceği 2011’de Kürtler ve Araplar arasındaki gerginliğin sürmesi hâlinde, Kuzey Irak’a “BM Barışı Koruma Güçleri”nin yerleştirilmesinin gerekebileceğini söylemiş.

Zannederim, her şey ayan beyan ortada. Mesele, ABD ordusu 2011’de Irak’tan çekildiğinde, Irak’ta oluşacak otorite boşluğunu hangi gücün dolduracağı meselesi…

Bu konu, İran meselesiyle de doğrudan irtibatlı bir konu. Türk askerinin Kuzey Irak’ta olması hâlinde, İran’ın ve Arapların o bölgeye saldırmayacakları düşünülüyor olmalı… İran’ın nükleer enerji meselesinde Türkiye’nin -ABD ve İsrail’i karşısına almış bir görüntü içerisinde- İran’ın yanında yer alması ve BM yaptırım kararına “Hayır” oyu vermiş olması gibi sebeplerle, İran’la Türkiye’nin karşı karşıya gelmesi engellenmiş oldu. Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e karşı birinci ve ikinci “van minut” çıkışlarının Arap kamuoyunda oluşturduğu sempati ve popülerite de, Türkiye’nin Arap ülkeleri ile karşı karşıya gelmesini engelleyecek boyutlara ulaştı…

Hâsılı, yaşadıklarımızın aslında sanal bir kurgu olduğu ve her şeyin Irak-İran / Ortadoğu meselesi olduğu gayet açık… PKK ise, bu küresel hesaplar içinde sadece bir piyondan ibaret… PKK’nın eylemlerini bir “PKK eylemi” olarak değerlendirirseniz, “Koskoca Türkiye nasıl oluyor da 30 yıldır 3-5 çapulcu ile baş edemiyor?!” diye düşünmek durumunda kalır ve yanılırsınız.

Sözün özü, daha önce Amerikan neo-con takımı ve İsrail’in bir kanadı ile bazı Avrupa ülkeleri, Türkiye’yi tuzağa düşürmek için hükümeti sınır ötesi harekât kararı almaya zorluyordu. Şimdi ise Amerika, Irak’ın güvenliğini devretmek için Türkiye’yi Kuzey Irak’a yerleşmeye çağırıyor. Bu, Ortadoğu dengelerini derinden etkileyeceği için, bir taraf bunu sağlamaya çalışırken, diğer taraf da bu hazırlıkları engellemeye çalışılıyor.

Kullanılan malzeme yine aynı: PKK ve şehit cenazeleri…

Yozgat’taki şehit cenazesinde protesto

Bunları yazmak nereden icab etti?

Şehit Jandarma Komando Er Mustafa Tekgül’ün Yozgat’taki cenaze töreninde bazı “vatanseverler”, AK Parti Grup Başkanvekili ve Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ı yuhalamış, aracını tekmelemişler.

Bu grup içinde gerçekten askerlerimizin şehit olmasından duydukları üzüntüyle, millî duygularla ve o atmosferin de etkisiyle gayri ihtiyarî tepki gösterenler olabileceği gibi, siyasî sebeplerle provokatörlük yapanlar da olabilir…

Ancak, ben kendilerine, “Şehit cenazelerinde hükümeti protesto eylemleri”nin uluslar arası arenada kimlerin siyasî projesi olduğunu, yukarıda anlattıklarım çerçevesinde yeniden düşünmelerini tavsiye ederim.

Artan terör saldırılarının “demokratik açılım”ın sonucu olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Fakat, bundan emin misiniz? Acaba, birtakım güçler, halkın, artan terör saldırılarının “demokratik açılım”ın sonucu olduğuna inanmasını sağlamaya çalışıyor olabilirler mi? En azından düşünün; düşünmekle hiçbir şey kaybetmezsiniz…

Bir de, protestoculara ve onlara destek verenlere şunu da hatırlatmak isterim:

Hiçbir hükümet, kendi iktidarları döneminde terör olaylarının artmasını, birbiri ardınca şehit cenazeleri gelmesini istemez. Bütün millî, dinî ve insanî değerleri bir tarafa bırakın; sadece siyasî sebeplerle bile hiçbir hükümet, kendi iktidarları döneminde terör olaylarının artmasını istemez. Çünkü bir hükümeti en fazla yıpratan unsurlardan birisi terör ve asayiş olaylarının artmasıdır. O halde, hükümetin terör olaylarının artmasından nasıl bir menfaati olabilir? Mustafa Tekgül’ü Bekir Bozdağ mı şehit etti?

Bir başka husus da, protestocuların içine düştükleri çelişkiler.

Şöyle ki, terör olaylarından hükümeti sorumlu tutanlar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hükümete bağlı bir kurum olduğunu kabul etmiş olurlar. Peki, bir taraftan askerin siyasî iradeye tâbi olduğunu ifade edip, diğer taraftan da askerleri hükümetin karşısında ayrı ve bağımsız bir güç olarak algılamak ne demek oluyor?

Hükümet üyeleri, siyasîler, gazeteciler, yazarlar ya da sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, terörle mücadelede bazı üst rütbeli komutanların görevlerini ihmal ettiklerini, istihbarat raporlarına rağmen gerekli tedbirleri almadıklarını, askerî bakımdan affedilmez hatalar yaptıklarını ve bu sebeple cezalandırılmaları gerektiğini dile getirdiklerinde, bu “vatansever protestocular”, bu kişilerin Türk Ordusu’nu yıpratmak istediklerini iddia edip, onları “vatan haini” ilân ediveriyorlar. Sonra da, şehit cenazeleri geldiğinde, hükümete tepki gösterip, “milliyetçilik-vatanseverlik” adına taşkınlıklar yapıyorlar. Bu tutarsızlık niye?

Hükümet askere hiçbir şekilde müdahale etmesin, görevini ihmal ederek ve hatta kötüye kullanarak askerlerimizin hayatını kaybetmelerine sebep olanlardan hesap sormasın; ama her şehidin hesabını versin, faturasını ödesin, öyle mi?

Bu protestocular, ne yaptıklarının bilincindeler mi? Ne yaptıklarının farkındalar mı?

Bu konuları müzakere etmeye devam edeceğiz…

(surur-ozturk@hotmail.com)