Yağmur Atsız - Hüseyin Nihal Atsız |
Ünlü Türkçü Hüseyin Nihal Atsız’ın oğlu olan Star
gazetesi köşe yazarı Yağmur Atsız, okuduğu “Karadeniz’de Gizli Hıristiyanlık”
adlı bir incelemede, gizli Hıristiyanların en yoğun olduğu kesimlerden birisinin
de Gümüşhâne’nin Dorul Kazası olduğunun
kaydedildiğini belirterek, “Bunu okuyunca heyecanlandım. Zîrâ bizim âilenin kökeni
de o Dorul (yâhut Torul) Kazâsı’nın Midi Köyü’ne dayanır. 1852’de İstanbul’a
göçmüşler. Bu hesabca benim ağleb-i ihtimâl aslen bir Rum olmam gerekiyor” dedi.
Babası Hüseyin Nihal Atsız’ın,
o bölgenin bir Türkmen yurduna dönüştüğünü izah ettiğini belirten Yağmur
Atsız, “Esâsen kendimi târihen ve harsen “Osmanlı” hissetdiğim için pek de
önemsediğim bir husus değil. Ancak bana “milliyetim” sorulsa (sorulunca) ben
tabii ki “Türk’üm” derim, çünki kendimi öyle hissediyorum. Buna da umarım ki
kimsenin îtirâzı olmaz” diye yazdı. Yağmur Atsız, babasının da bu konuda
kanaatini ‘Türk soyundan gelenlerle kendini bir Türk kadar Türk hissedenlere
Türk denilir’ diyerek ifade ettiğini kaydetti.
Babasına politik mücadeleleri boyunca sık sık ‘Rum
dönmesi’ dendiğini de hatırlatan Yağmur Atsız, “Bir Rum olarak Ben” başlıklı yazısının ilgili bölümünde şunları yazdı:
Bir Rum olarak ben
Bu sabah “Karadeniz’de Gizli Hıristiyanlık” adlı bir
inceleme okudum. Buna göre bu bölgemizde halkın büyük bir bölümü aslen Rum ve tabii
Hıristiyanmış. 19. Yy.’ın sonlarından îtibâren milliyetçilik akımlarının
şiddetlenmesi üzerine korkarak zorla Müslüman olmuşlar. Bir bölümü ise
İslâmiyete geçer gibi yapmış ama asıl dînini muhâfaza etmiş. Tıpkı Selânik Dönmeleri
diye anılan aslen Yahudi cemaati gibi.
Bu gizli Hıristiyanların en yoğun olduğu kesimlerden biri
ise Gümüşhâne’nin Dorul Kazâsı imiş. Bunu okuyunca heyecanlandım. Zîrâ bizim âilenin kökeni de
o Dorul (yâhut Torul) Kazâsı’nın Midi Köyü’ne dayanır. 1852’de İstanbul’a
göçmüşler. Bu hesabca benim ağleb-i ihtimâl aslen bir Rum olmam gerekiyor.
Şimdi Peder’e politik mücâdeleleri boyunca neden ikide
bir Rum dönmesi dendiğini anladım. Ben Rahmetli ile hayâtı boyunca ve benim
İstanbul’a avdet etdiğim zamanlarda ikindi üzerleri başlayıp karanlık basana kadar
süren pek çok zevkli müsâhabelerde bulunmuşumdur. Fakat bu konu, herhalde
ikimiz de önemsemediğimiz için hiç açılmadı. Bugün keşke diyorum sorsaymışım.
Öte yandan onun bu meseleye dâir bir yazısı ve yanılmıyorsam
1944 Dâvâsı’ndaki Müdâfaanâmesi’nin bir pasajı var. Savcı, İddianâmesi’nde
(ne hikmetse!) bu konuya da değinmişdi gâlibâ. Atsız o bölgenin
fevkalâde saf bir Türkmen yurdu olduğunu, daha doğrusu bir Türkmen yurduna dönüşdüğünü îzâh ediyordu. Bana
sorarsanız, târihçi, antropolog yâhut sosyolog olmadığım için bu meselede hüküm verecek
hâlim yok.
Esâsen kendimi târihen ve harsen (historiquement et
culturellement) “Osmanlı” hissetdiğim için pek de önemsediğim bir husus değil. Ancak bana “milliyetim” sorulsa (sorulunca) ben tabii ki “Türk’üm.”
derim, çünki kendimi öyle hissediyorum. Buna da umarım ki kimsenin îtirâzı olmaz. Zâten Atsız da bu konuda kanaatini açıkça söylemişdi:
“Türk soyundan gelenlerle kendini bir Türk kadar Türk
hissedenlere Türk denilir.”
N’est-ce pas?
(Yozgat Muhabir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder