10 Ocak 2013 Perşembe

Mahallî basın, kamu kurumlarının zabıt kâtibi mi?

Mahallî basın, kamu kurumlarının açıklamalarını, duyurularını, hizmetlerini yayınladığı zaman mesele yok. Her yer tozpembe, yaşamak güzel… Ama mahallî basın, çeşitli sebeplerle hoşlanmayacakları konularda kendilerinden bilgi almak istediğinde, “sen ne şeker şeysin öyle” iltifatının yerini “sen ne ayaksın böyle!” tavrı alıyor…

Mahallî basın, kamu kurumlarının zabıt kâtibi mi?

Sürur Öztürk

Malûm, 10 Ocak “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak kutlanıyor. (!) Kutlanıyor da ne oluyor? Konuyu Yozgat özelinde ele alacak olursak, ilin mülkî amirleri, milletvekilleri, siyasî parti temsilcileri ve nadiren de olsa bazı sivil toplum kuruluşları birer ‘kutlama mesajı’ yayınlıyor. Bu mesajların klasik teması da, ‘Basın kuruluşlarının halkın haber alma ihtiyacını karşılamak gibi önemli bir kamu hizmetini yerine getirdikleri, bu hizmeti sunarken de çok zor şartlar altında fedakârca çalıştıkları’ şeklinde oluyor.

Reklam yapınca cici, sorgulayınca cıs!..

‘Basının gönlünü alalım zira gerektiğinde çok işimize yarıyor’ anlayışı gereği ‘adet yerini bulsun’ diye yayınlanan mesajlar yani…

Neden böyle düşündüğümü de arz edeyim:

Mahallî basın, kamu kurumlarının çalışmalarını, hizmetlerini halka aktardığı oranda ‘cici’… Mahallî basın, ‘kamu yararına’ değil, ‘kamu kurumları yararına’ haberler yayınladığı sürece, arada sırada “Gel bakiim, sen ne şeker şeysin öyle!” diye başı okşanan yetim ve muhtaç bir çocuk… Ama aynı basın, başını okşayan bu kurumlardan herhangi birisini sorgulamaya başladığında cıss!... ‘Yaramaz çocuk’!.. Muhatap alınmamalı ama mümkünse de terbiye edilip hizaya getirilmeli…

Mülkî amirlerin sık sık ifade ettikleri gibi elbette bir şehrin kalkınması için yürütülen çalışmalara o şehrin basını da kendi alanında, kendi hizmetleriyle katkıda bulunmalıdır; ama nedense ‘basının şehrin gelişip ilerlemesine katkısı’ genellikle kamu kurumlarının açıklamalarını aynen halka aktarmasından ibaret görülüyor. Yapılan yanlışlıkların, usulsüzlüklerin, haksızlıkların, hizmetlerdeki eksikliklerin dile getirilmesi, ‘şehrin gelişip ilerlemesine katkı’ olarak algılanmıyor. Tam tersine bir rahatsızlık kaynağı; bir sivilce, bir çıban, bir kıl dönmesi, bir şişkinlik, bir hazımsızlık sebebi gibi değerlendiriliyor…

Kamu kurumlarının açıklamalarını, duyurularını, hizmetlerini yayınladığınız zaman mesele yok. Her yer tozpembe, yaşamak güzel… Ama mahallî basın, çeşitli sebeplerle hoşlanmayacakları konularda kendilerinden bilgi almak istediğinde, “sen ne şeker şeysin öyle” iltifatının yerini “sen ne ayaksın böyle!” tavrı alıyor…

Peki ama acaba mahallî basın, kamu kurumlarının söylediklerini aynen yazıya geçirmekle görevli bir zabıt kâtibi midir? ‘Kamu yararına sivil denetim’ diye bir hak ve yetkisi yok mudur? Muhtelif zamanlarda mahallî basında yer alan iddialar, dile getirilen eksiklikler ya da hizmet kusurları hakkında neden hiç cevabî açıklama yapılmıyor? Sadece kamu kurumlarını kast etmiyorum. Milletvekilleri de bu tavır içinde, il ve ilçe belediyeleri de, siyasî partilerin, vakıfların, derneklerin yönetici ve temsilcileri de…

Burada, mahallî basında yer alan hangi iddiaların, açıklama gerektiren hangi haberlerin cevapsız kaldığına, bütün bunların nasıl derin bir sessizliğe gömüldüğüne dair somut örneklerin madde madde sıralandığı bir liste yayınlayabilirim; ama hem diğer gazeteci arkadaşlarımın rızası dışında onlar adına konuşuyor durumuna düşmemek, hem de konuyu özelleştirmemek için bunu yapmayacağım.

Basının hiç mi kabahati yok?

Konunun bir başka cephesi de, bu konuda yaşanan sıkıntıların sadece yukarıda sıraladığım kurum ve kuruluşlardan kaynaklanmadığı, mahallî basının bizzat kendisinin sergileye geldiği hataların da bu meseleyi müzmin hâle getirdiğidir.

Mahallî basın, ‘haber alma’ konusunda hiç de mücadeleci değil. Suya sabuna dokunmayı pek sevmiyor… En temel ve vazgeçilmez haber kaynağı, kamu kurumları. Kamu kurumları, kendiliklerinden herhangi bir konuda açıklama yapmamışlarsa, mahallî basında ciddî bir haber sıkıntısı yaşandığını, boşluk doldurmak için adeta zorlama haberler üretilmeye başlandığını görüyoruz.

Meslekî dayanışma

Konunun diğer ve önemli bir boyutu da mahallî basın arasında dayanışmanın olmayışı. Herkes birbirine mesafeli. ‘Meslekî rekabet’ anlaşılır ve izah edilebilir bir durum; ama ulusal basında adeta ‘kanlı-bıçaklı’ gazeteler bile bazı haberler konusunda işbirliği yapabilirken, mahallî basın, ‘haber heyecanı’ ve ‘kamu yararına sivil denetim heyecanı’ taşımadığı için neredeyse hiç yardımlaşmıyor…

Yozgat Gazeteciler ve Yazarlar Cemiyeti

Bence en büyük eksikliklerden birisi de, Yozgat basınını temsil eden Yozgat Gazeteciler Cemiyeti’nin, “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” gibi özel günler dışında varlığını hiç hissettirmemesi. Cemiyet, kendi sorumluluk alanına giren konularda daha etkin olmalı diye düşünüyorum. Şüphesiz, Cemiyet’in çoğu zaman sessiz ve pasif kalmasının anlaşılabilir, makul pek çok sebebi vardır; ama bu pasifliğin Yozgat basınının temsili açısından önemli bir boşluğa sebep olduğu da muhakkak. Cemiyet, “Türkiye Gazeteciler Cemiyeti” ya da “Türkiye Gazeteciler Sendikası” gibi tavır takınarak ulusal tartışma konularına ağırlık vermek yerine, “Yozgat Gazeteciler Cemiyeti” olduğunu hatırlayarak, mahallî konulara ağırlık vermelidir.

Ben şahsen, Yozgat’a gelen bir devlet adamının ya da bir bürokratın, Yozgat basınını temsil gücü bulunan bir Gazeteciler Cemiyeti’ni de ziyaret etmesini arzu ederim…

(sururozturk@gmail.com)

Hiç yorum yok: