Sürur Öztürk
Karga ile Tilki |
Şüphesiz, bu günlerde siyasî gündemin birinci sırasında “İmralı ile görüşmeler” konusu yer alıyor. Bu konuda neler olup bittiğini -mümkün olduğunca- anlayabilmek için, uluslar arası arenada neler olup bittiğini görmek gerekir diye düşünüyorum.
En sadeleştirilmiş, en yalın hâliyle; içinde bulunduğumuz dönemde AB ile ABD’nin Kürtler üzerinden birbirleriyle mücadelesine şahit oluyoruz. Her iki taraf da Kürtleri ve Kürt hareketlerini kontrol altına alarak, Ortadoğu’daki nüfuz mücadelesini kazanmak istiyor. Bu durumda, Kandil’in AB’nin, İmralı’nın da ABD’nin kontrolünde olduğu anlaşılıyor. AB, kendi etki alanındaki medya vasıtasıyla “Kürt hareketinin yönetim merkezi Kandil’dir” kanaatini, ABD de “Kürt hareketinin yönetim merkezi İmralı’dır” kanaatini yaygınlaştırmaya çalışıyor. Hangi taraf Kürt liderliğini kendi etkisi altına alırsa, mücadeleyi de o taraf kazanacak. Kazanan taraf da, stratejik önemi çok büyük olan Kuzey Irak başta olmak üzere, Türkiye’deki ve Ortadoğu ülkelerindeki Kürt hareketlerini kontrol etme imkânına kavuşacak.
Türkiye’nin bir süreden beri AB’den çok ciddi ölçüde uzaklaştığı ve ABD-Rusya ittifakı içerisinde yer aldığı sır değil. Başbakan Erdoğan’ın AB’yi yerden yere vuran açıklamaları artık kimse için sürpriz teşkil etmiyor. Başbakan Erdoğan’ın daha 2 gün önce Afrika gezisi öncesi yaptığı değerlendirmede söylediği “Biliyorsunuz, Avrupa, bölücü terör örgütünün siyasî ayağıdır. Ama nerede? Kendi içinde siyasî ayağıdır. Ve onlar şu anda İmralı’ya karşı farklı yaklaşmaktadır, dağ farklı yaklaşmaktadır. Bu hassasiyetleri, bu incelikleri görmemiz lâzım” cümlesi, yukarıda özetlemeye çalıştığım uluslar arası siyasî ayrışmaya ve mücadeleye işaret ediyor.
Hatırlayınız, Başbakan Erdoğan, daha kısa süre önce idam cezasının yeniden uygulanmaya başlanabileceğine dair beyanlarda bulunmuştu. Üstelik uluslar arası arenada da dile getirerek… Bunu duyduğumda kendi kendime ‘Galiba Öcalan’ı çözüme zorluyor’ diye düşünmüştüm. Nitekim kısa bir süre sonra da Öcalan’ın çağrısıyla PKK’nın cezaevlerindeki militanlarının başlattığı “ölüm orucu” eylemi sona erdi. PKK militanlarının “ölüm orucu” eyleminin Türk basınında gördüğü muazzam desteği de dikkate alırsak, eylemin sona erdirilemeyişi hâlinde hangi çapta bir siyasî operasyonun gerçekleştirileceğini tahmin etmekte zorlanmayız.
(Alparslan Türkeş, ABD ittifakı içerisinde yer aldığı için MHP’nin geçmişteki çizgisi farklıydı. Bahçeli ile birlikte MHP rota ve ittifak değiştirerek Avrupa’ya kaydı… CHP de Baykal liderliğinde ABD ittifakı içerisinde yer alıyordu; Avrupa operasyonuyla Genel Başkanlıktan devrildi ve Kılıçdaroğlu ile CHP, rota ve ittifak değiştirip, tıpkı MHP gibi Avrupa’ya kaydı. BDP ise çok büyük oranda Avrupa’nın kontrolünde…)
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Öcalan’la görüşmesi talimatını verdiği için Başbakan Erdoğan’ın “Öcalan’ı sevdiğini” düşünmek, çocukça bir analiz olur. Erdoğan, Öcalan’ın “liderliğini” güçlendirerek PKK’yı önce Avrupa’nın kontrolünden tamamen çıkarmayı, sonra da teröristlerin silahlarını bırakmalarını sağlamayı hedefliyor.
Avrupa’nın Türkiye’deki bütün unsurlarının bu süreci akamete uğratmak için bütün yöntemleri kullanacaklarını tahmin etmek zor değil. Baksanıza, AB’nin kıdemli yazarı Ertuğrul Özkök, harekete geçti bile. “Duayen” gazeteci ne de olsa… Milliyetçi bir söylem kullanarak millî cephenin duygularını okşarken, diğer taraftan aynı yazının sonunda “İmralı’da yapılan görüşmeleri bütün kalbimle destekliyorum” demeyi de ihmal etmiyor… Mübarek bir “kandil simidi” gibi gözüküyor ama acaba hangi Kandil?
Bence, kendimizi İmralı ile Kandil, ya da AB ile ABD arasında bir tercih yapmak zorunda hissetmeden, hiçbirisinin hiçbir zaman gerçek anlamda dostumuz olamayacağını unutmadan, sadece ve sadece terörün sona ermesinden Türkiye’nin sağlayacağı menfaati göz önüne almalı; tabii “çözüm” adına yapılması muhtemel hatalar karşısında uyarıda bulunmayı da ihmal etmemeliyiz…
(sururozturk@gmail.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder