“Yozgat Muhabir” adını taşıyan ve ‘blog’ statüsündeki web
sitesini yayınlamaya başladığım 2008 yılından bu yana Yozgat’ı günü gününe
takip ediyorum. 2008 yılından bu yana Yozgat’a dair edindiğim kanaatlerden
birisi şu:
Yozgatlılar, Yozgat’ı bir bütün olarak algılamıyor, bir
bütün olarak görmüyor, bir bütün olarak hissetmiyor, bir bütün olarak bilmiyor ve
dolayısıyla da bir bütün olarak sevmiyor. Neredeyse herkesin Yozgat’ı başka.
Yozgat halkının büyük bir çoğunluğu, Yozgat’ı sadece ikamet ettiği yerleşim
biriminden ibaret olarak algılıyor. Şehir merkezinde yaşayan bir Yozgatlı için
Yozgat, merkezden ibaret. Aynı şekilde, ilçelerde yaşayanlar için Yozgat, bulundukları
ilçeden, kasabalarda yaşayanlar için bulundukları kasabadan, köylerde
yaşayanlar için de bulundukları köyden ibaret.
Şunu da görüyorum ki bu durum, sadece Yozgat’ta değil
Anadolu şehirlerinin pek çoğunda böyle. Yani aslında bu bir ‘Anadolu hastalığı’…
Ama Yozgatlı olduğumuza göre bu konuyu Yozgat özelinde değerlendirmemiz
gerekiyor.
Yozgat, son yılların Türkiye’sinde en çok dile getirilen,
üzerinde en çok tartışılan, en popüler kavramları olan “birlikte yaşama”, “farklılıkları
bir zenginlik olarak algılama” gibi kavramları henüz içselleştiremediği,
özümseyemediği şeklinde bir kanaat uyandırıyor. Bir ilçenin diğer ilçelerle,
bir kasabanın diğer kasabalarla, bir köyün de diğer köylerle münasebetlerinin, bir
dayanışmadan çok –dilim varmıyor ama- neredeyse husumete varan bir rekabet ve
kıskançlık psikolojisi içerisinde yaşandığı, ‘uzaktan’ bakıldığında daha net
bir şekilde göze çarpıyor.
‘Merkez’ ile ‘çevre’ arasındaki derin ayrışma zaten herkes
tarafından fark edilebilir boyutta; fakat ayrışma bu genel durumdan ibaret
değil. Bir ilçeye bir yatırım yapılacak ya da bir hizmet götürülecek olsa,
diğer ilçeler bunu doğrudan kendilerine yapılmış bir haksızlık, o ilçeye
yapılmış bir iltimas / torpil olarak algılıyorlar. Bu refleks, bu tavır,
kasabalar ve köyler için de geçerli.
Ben 1974 yılından beri İstanbul’da yaşıyorum ama bu güne
kadar İstanbul’un hiçbir semtinde, ilçesinde, “Vay efendim falanca ilçeye şu şu
yatırımlar yapıldı, şu şu hizmetler götürüldü de bizim yaşadığımız ilçeye
yapılmadı / getirilmedi” şeklinde kitlesel bir tepki gösterildiğine şahit
olmadım. Çünkü herkes kendisini bir üst kimlik olarak “İstanbullu” hissediyor. İstanbul’un
herhangi bir semtine yapılan bir yatırım, götürülen bir hizmet, açılan bir
tesis, diğer semtlerdeki, diğer ilçelerdeki vatandaşları da memnun ediyor.
Çünkü biliyor ki, bu şehre getirilen her hizmet, burada yaşayan herkese
sunulmuş bir hizmettir. Bu şehrin gelişip kalkınması, daha da güzelleşmesi, bu
şehirde yaşayan herkes için bir mutluluk kaynağıdır. Ferdî olarak farklı
düşünenler olabilir ama kitlesel bir kıskançlık görülmez.
Bu durumun ilginç olan tarafı da şu ki, İstanbul’da yaşayan
milyonlarca insanın çok büyük bir çoğunluğu Anadolu insanıdır. Burada bir üst
kimlik olarak kendisini “İstanbullu” olarak hissedebilen bu Anadolu insanları,
nasıl oluyor da kendi memleketleri söz konusu olduğunda o şehri bir bütün
olarak algılayamıyorlar ve neden güçlü bir aidiyet duygusu geliştiremiyorlar,
anlamak zor…
Yozgat dışında, başka şehirlerde yaşayan Yozgatlılar,
yaşadıkları şehirlerdeki hemşehri dernekleri vasıtasıyla “Arabaşı Şenlikleri”
düzenleyip bir aidiyet / mensubiyet duygusu içerisinde “birlik ve beraberlik”
görüntüsü veriyorlar ama, Yozgat’ta ve Yozgat için bu duyguyu, bu birlikteliği
muhafaza edemiyorlar. Garip, tuhaf bir durum…
Bence Yozgatlılar, bu ‘Anadolu hastalığı’ndan bir an önce kurtulmak
zorundadırlar. Yozgat’ı bir bütün olarak algılamadığımız, bir bütün olarak
sevmediğimiz müddetçe Yozgat’ın gelişip büyümesi, kalkınması hayal olarak
kalır.
Yozgat, merkeziyle-çevresiyle; bütün ilçeleri, bütün
kasabaları, bütün köyleriyle birlikte güzeldir. Tabiî güzellikleri bakımından
da öyledir, tarihî ve turistik eserleriyle de öyledir, folklorik unsurlarıyla
da öyledir. Merkez bir başka güzel, Akdağmadeni bir başka, Aydıncık bir
başka, Boğazlıyan bir başka, Çandır bir başka, Çayıralan bir başka, Kadışehri
bir başka, Saraykent bir başka, Sarıkaya bir başka, Sorgun bir başka, Şefaatli
bir başka, Yenifakılı bir başka, Yerköy bir başka güzel… Her birinin başka
başka, birbirinden farklı güzellikleri, değerleri, zenginlikleri var…
Bunun hakkıyla algılanabilmesi için, Yozgatlıların Yozgat’ı bir
bütün olarak gezip görmesi, inceleyip tanıması, bilgi sahibi olması gerekir.
Yozgatlılar olarak en büyük eksikliklerimizden birisi, Yozgat’ı yeterince
tanımıyor, bilmiyor oluşumuz. Bu eksikliğin giderilmesi konusunda merkezî
yönetimin yanı sıra, ilçe ve kasaba belediyelerinin, kaymakamlıklarının ve köy
muhtarlarının da çok büyük sorumlulukları var. Bu konuda çok sayıda, çok etkili,
çok güzel projeler üretilebilir. Önce, bu ‘sosyal vakıa’yı fark etmek, görmek
gerekiyor ki, buna yönelik projeler üretilebilsin.
Yerel basın bu konuda lokomotif görevi üstlenebilir ama önce
yerel gazetecilerimizin bu köycülük, kasabacılık, ilçecilik psikolojisinden
uzak durmaları, daha kuşatıcı olmaları gerekir.
Bu konuları ele almaya, incelemeye devam edeceğim.
Selâm ve hürmetlerimle…
(sururozturk@gmail.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder