14 Mart 2012 Çarşamba

“Çiğdem der ki ben âlâyım,
benden âlâ çiçek var mı?..”

Baharın müjdecisi olarak kabul edilen çiğdem çiçekleri, bugünlerde Yozgat’ta da bütün güzelliği ile kendini göstermeye başladı.

Yozgat’ın sınır komşusu Sivaslı Halk Ozanı Aşık Veysel’in “Çiğdem der ki, ben âlâyım / Yiğit başına belâyım / Hepisinden ben âlâyım / Benden âlâ çiçek var mı?” mısralarıyla özel bir pâye verdiği çiğdem çiçeğinin, bütün Anadolu’da olduğu gibi Yozgat kültüründe de özel bir yeri var.

Sert geçen bir kışın ardından, baharın müjdecisi çiğdem çiçeklerinin açmasıyla birlikte Yozgat’ta çocuklar ve gençler tarafından düzenlenen “Çiğdem Gezmesi” ile bu gezilerde toplanan çiğdemlerle yapılan “Çiğdem Pilavı”, baharın neşesine neşe katarmış.

Yozgat’ın eski geleneklerinden “Çiğdem Gezmesi”nin, UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanı ve Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Halk Bilimi Bölüm Başkanı hemşehrimiz Prof. Dr. Öcal Oğuz’un girişimleri sonucu, 2009 yılında UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” listesine kabul edildiğini biliyor muydunuz?

Prof. Öcal Oğuz, bu konuyu ele aldığı ve 2010 yılında “Yozgat” gazetesinde yayınlanan yazısının sonunda, kültürel değerlerinin farkında olmayan, onlara sahip çıkmayan ve bu değerleri umursamayan Yozgatlılara da sitem etmişti.

İşte Prof. Oğuz’un o yazısı:

“Çiğdem Gezmesi” dünya mirası olarak UNESCO’da

Yozgat, Anadolu’nun kışı sert geçen illerinden biridir. Eskiden Yozgat’ın dağı taşı hayvan sürüleri ile doluydu ve kış gelince bu sürüler ağıllarda, ahırlarda beslenir, hele ki yemin samanın bitmeye başladığı Zemheri ve Gücük aylarında baharın gelmesi dört gözle beklenirdi. Cemreler, Mart Dokuzu, Dokuzun Dokuzu ve Aprıl Beşi yaza bir adım daha yaklaşmanın umudu, heyecanı ve özlemi ile geçirilirdi. “Mart kapıdan baktırır/Kazma kürek yaktırır” veya “Kork Aprılın beşinden/ Öküzü ayırır eşinden” gibi atasözleri, bir türlü gelmeyen baharı beklerken havalar soğuk gittikçe kaygıyla söylenirdi. Sonra birden havada leylekler, turnalar belirir, damda bacada ibibikler öter, yazıda yabanda kardelen, öksüz oğlan, nevruz, çiğdem gibi çiçekler çıkardı. Koyunlar kuzulamaya yani “döl dökmeye”, karlar erimeye başlar ve kara kışın kabusundan yeşil Hıdrellezin rüyasına geçilirdi.

Böyle zamanlarda şenlenilmez de ne yapılırdı? Kimi Nevruz derdi, kimi Mart Dokuzu veya başka bir isim verirdi ama o günün bir başka anlamı olduğunu herkes bilirdi. O gün bolluktu, bereketti ama her şeyden önce güneşin dönüşüydü Kuzey Yarımküreye. Bu tam anlamıyla, kıtlıktan, kardan, kıştan ve yokluktan bolluğa geçmenin sembolüydü. Kimi halk inanışlarına göre ise, güneşi hapseden kötülük ve karanlık güçlerinin yenilmesi, iyiliğin ve aydınlığın zafer kazanmasıydı.

Mitolojik öyküsü ne olursa olsundu, bugün bir bayramdı, bugün güneşin dönüşüydü, bugün bolluğun ve bereketin dönüşüydü. Bugün bayram edilmez de ne yapılırdı? Büyükler kendi dil ve kültürlerince eğelenedursun, bu bayram daha çok çocukların bayramıydı Anadolu’da ve tabii Yozgat’ta.

Mart Dokuzu bir takvimdi büyüklerin bildiği ama “Çiğdem Gezmesi” apaçık bir tabiat olayıydı çocuklar için. Karlar erimemişse, toprak ısınmamışsa, ısınan toprak güneşe güvenerek tohumlarını filizlendirip dışarı salmamışsa, kısacası sarı çiğdemler çiçeğe durmamışsa çocuklar için bahar gelmiş sayılmazdı Yozgat’ta.

Çiğdemlerin çıktığı, baharın geldiği müjdesi, dilden dile, evden eve, çocuktan çocuğa kısa sürede yayılır, daha çok 6-7 ile 14-15 yaş arası çocuklar toplanırlar ellerinde “küsküç” veya “kösküç” denilen ucu sivri değneklerle “çiğdem kazmaya” veya “çiğdem sökmeye” giderlerdi. Topladıkları çiğdemleri, kuru bir dalın dikenlerine saplarlar ve kuru dal, sarı çiğdemlerle adeta “gelin” gibi süslenirdi. Bunun anlamı, güneş ve bahar kuru dalı yeşertir, yokluğu bolluğa, açlığı tokluğa, kısırlığı doğurganlığa çevirir demekti. Nitekim çocuklar süsledikleri bu dalı “Çiğdem çiğdem çiçecik /Emmim oğlu göyçeçik/Yağ verenin oğlu olsun/Bulgur verenin kızı olsun/ Hiç vermeyen çatlasın ölsün” gibi manilerle ev ev gezdirirler, bulgur, yağ ve ekmek toplayarak köy meydanında bir yaşlı kadının da yardımıyla çiğdem pilavı yapıp topluca yerler, oyunlar oynarlar, eğlenirlerdi.

Yozgat’ta “Çiğdem Gezmesi” olarak anılan bu kutlama, UNESCO’nun İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne Türkiye’nin 2009 yılında Azerbaycan, Hindistan, İran, Kırgızistan, Özbekistan ve Pakistan ile ortaklaşa sunduğu Nevruz dosyasında “Geleneğin Diğer Adı” alt başlığında “Çiğdem Günü” olarak kayıtlıdır. Yani Yozgat’ın Çiğdem Gezmesi, UNESCO tarafından İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası kabul edilmiştir. UNESCO’nun Internet sitesine giren herkes bunu görebilir, ama Yozgat ve Yozgatlılar görür mü onu bilemem.

Yozgat, bu mirası yaşatmak için eğitimde, medyada, üniversitede bir farkındalık yaratma çabası taşır mı? Bunun Yozgat’ın kültürel mirası olarak yaşatılmasına, gelecek kuşaklara aktarılmasına yönelik bir gayret içine girer mi? Dimyat’taki pirincin hayâlini kuran hemşehrilerimiz “evdeki bulguru” görürler mi? Fıkrayı bilirsiniz: Oğlan “baba cennetliksin” dedikçe, baba “umamıyom oğul” diye cevap verirmiş.

Hiç yorum yok: