30 Ocak 2013 Çarşamba

“Hatt-ı naht sanatı, Yozgat için bir marka olabilir”

Hüseyin Akbaş ve hatt-ı naht çalışmalarından bir örnek
Yozgat’ın Sorgun ilçesinde öğretmenlik yapan Hüseyin Akbaş, geçimini sağladığı bu mesleğinin yanı sıra 7 yıldır hatt-ı naht meşk ediyor; yani hüsn-i hatt sanatçılarının eserlerini ahşap malzemeyle ahşap zemin üzerine geçiriyor. Eşi de Sorgun Halk Eğitim Merkezi’nde ebru kursu veriyor. ‘Kün Edebiyat’ dergisinin Yayın Kurulu’nda yer alan Akbaş’ın ‘Çisenti’ simli şiir kitabı da Kün Yayınları’ndan çıkmış. Hatt-ı naht sanatını, uzun yıllar ‘Yusufiye Medresesi’ olarak tanımladığı cezaevinde çile doldurmuş olan hocası Hasan Güneşer’den öğrenmiş ve kendisine büyük bir saygı duyuyor.

Hüseyin Akbaş’la, 24-27 Ocak tarihleri arasında İstanbul TÜYAP’ta gerçekleştirilen Emitt Fuarı’nın hayli gürültülü ortamında, eserlerini sergilemeye çalıştığı Yozgat standında görüştük. Yozgat Muhabir’in sorularını cevaplayan Akbaş, Yozgat’taki kültür sanat ortamına ve Yozgat’ın kültürel özelliklerinin tanıtılmasına dair ‘aykırı’ görüşlerini dile getirdi.

Hobi değil meşk…

Hüseyin Akbaş, sanatını “Hatt-ı naht meşk etmek” olarak tanımlıyor. Bu sanatı öğretmenlik mesleğinin yanı sıra icra etmesinin bir “hobi” olarak nitelendirilmesini ise kesinlikle kabul etmiyor. “Hobi, bizim yaptığımız işe karşılık gelen bir kavram değil” diyerek, bu konudaki hassasiyetini ifade ediyor. Kendisinin bir hattat olmadığını, hatt-ı naht sanatının, hüsn-i hatt eserlerinin ceviz, ıhlamur, ayos ağaçlarından yapılmış ahşap zemine aktarılması olduğunu belirtiyor.

Akbaş, bu sanatın Yozgat’ta ne ölçüde bilindiğine ve değer gördüğüne dair sorumuzu cevaplarken şu açıklamada bulundu:

“Hasan Güneşer, benim ustamdır kendisi, bir sebeple Diyarbakır’da, Malatya’da uzun bir süre Yusufiye Medresesi’nde (cezaevinde) kalıyor. O süre içerisinde kendisi önce hatt meşkediyor, daha sonra bu hatları ahşaba aktarıyor. Cezaevinden çıktıktan sonra da bir-iki sergi açmış. Biz de kendisiyle bir vesileyle tanıştık. Dizinin dibinde meşk ettik biraz. Yaklaşık 7 senedir bu sanatla uğraşıyorum. Yozgat’ta yaygın bir sanat değil. Şu an bir ustamız var. Fiilî olarak bir ben uğraşıyorum, benim de bir iki tane çırağım var. Bir de, başlayıp sonradan bırakmış olanlar var.”

Ah şu modernizm yok mu!..

Akbaş, Yozgat’ta sadece hatt veya hatt-ı naht sanatına değil genel olarak sanata olan ilginin hangi seviyede olduğunu sorduğumuzda da şunları söyledi:

“Yozgat’ın durumu Türkiye’deki genel durumdan farklı değil. Modernizm, insanların algılarını çok değişik yerlere taşıdı. Yoğun bir baskı var insanların üzerinde. Televizyonun baskısı var, internetin baskısı var, müziğin baskısı var, paranın baskısı var, bankaların, alışveriş merkezlerinin v.s. Aslında insan, kendinde olanı fark ediyor değil. Sadece Yozgat’ta değil, Türkiye’nin her yerinde bu böyle. Bu anlamda böyle bir şey Yozgat’ın umurunda mı? Değil. Ama biz bu işi seviyoruz. Bu bizimle ilgili. Bir şey bekliyor muyuz, umuyor muyuz? Hayır, kimseden de bir şey bekleyip umduğumuz yok. Yani bu işi seven kendisi için sevmiş olur, bizim için değil. Çünkü biz zaten bu işi yapıyor olmaktan dolayı mutluyuz. Buna başkasının ilgi duyması ya da duymaması onunla ilgili bir şeydir, benimle değil. Bu işe ilgi duymaktan bir güzellik doğacaksa ilgilenen kişiye doğacak, bana değil. Böyle bir ilgi beklentimiz yok yani. İlgi gösterenler kendileri kazançlı çıkmış olurlar. Herhangi bir ekonomik kaygı, siyasî kaygı, ya da bir gelecek kaygısı taşıyarak yapmıyorum. Zamanı doğru değerlendirmek adına yaptığım bir meşktir bu. Rabbim yol verirse gideceği yere gider. Yol vermezse de başkasının himmetiyle bir yere varmaz zaten.”

Bu eserler pazarlanmaz, kıymetlendirilir…

Hüseyin Akbaş, eserlerinin değerlendirilmesi için “alıcı bulması” ya da “pazarlanması” tabirlerinin kullanılmasından rahatsız oluyor. “Bunlar popüler kavramlar ama bizim yaptığımız işe uymayan kavramlar” diyor. Akbaş, eserlerini nasıl değerlendirdiğini şöyle ifade etti:

“Düğünü olanlara düğün hediyesi, ev alanlara ev hediyesi, çocuğu olanlara bebek görme hediyesi… Adam geliyor atölyede görüyor, beğeniyor, ‘Buyrun, hoşunuza gittiyse sizin olsun’… Onun dışında, bu tür ortamlar oluyor. Meselâ biz yaklaşık 20 levhayla geldik buraya. (Emitt Fuarı Yozgat standına) Bunların içinden 3 tanesi, 5 tanesi alıcı bulmaz. Biz bunları tekrar götürürüz. Sadece tanıtmış oluruz. Yani bu ticarî bir meta gibi değil. Biz ancak kendi imkânlarımızla yaptıklarımızı sevdiklerimize hediye ederek değerlendiriyoruz. Bunun dışında, atölyenin gönüllüleri var. Onlar, bir arkadaşlarına ev görmeye gideceklerse, gelirler bir miktar hediye takdim ederler, alırlar. Misafiri varsa ona hediye ederler, v.s. Bu şekilde değerleniyor. Öyle özel bir ortamı yok.”

“Kültür endüstrisi” kavramı üzerine…

Hüseyin Akbaş’a, kültür unsurlarından maddî gelir elde ederek ekonomiye kazandırmak anlamında “kültür endüstrisi” kavramını nasıl değerlendirdiğini de sorduk. Akbaş, “Kültürün kıymetlendirilmesi güzeldir; fakat kültürün paraya aktarılması, kültürün hafife alınmasıdır. Yani siz, merkeze bunun endüstrisini koyarsanız, ‘bundan nasıl para kazanırım?’ı koyarsanız, oradan kültür de gider, sanat da gider, aşk da gider, muhabbet de gider. Geriye para kalır, para hiçbir şeydir” karşılığını verdi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

Hatt-ı naht sanatı, Yozgat için bir marka olabilir

“Ancak siz bir kültürü meşk eder, kültürü yaşatırsanız, o kültürün kendisi bir değerdir, parayla ölçülemez. Paraya tahvil ettiğiniz andan itibaren kültürü tüketirsiniz. Çünkü paranın girdiği yerde ruh çıkar. Kültür olmaz, sanat olmaz. Hatt-ı naht sanatını ‘kültür endüstrisi’ kavramı içerisinde düşünebilir miyiz? Ben düşünmem. Bu sanat, o kavram içerisinde düşünüldüğünde pozisyonu ne olur? Bu, Yozgat için bir marka olur. Çünkü bu sanatın Yozgat’tan başka bu şekilde yapıldığı başka bir şehir yok. Türkiye’nin tamamını gezmedim. İnteraktif ortamlara baktım, sergilere katıldım, Eskişehir’de, Bursa’da, Amasya’da, Sivas’ta bu tür eserlerin sergilendiği ortamları gördüm; kaplamaya bu şekilde meşk edilen hatt-ı naht yok. Kıl testere ile yapılanı var, blok cevize yapılanı var; ‘yoktur’ demiyorum ama ben rastlamadım. Dolayısıyla, bu sanat eğer ‘kültür endüstrisi’ kavramı içerisinde değerlendirilecekse; Yozgat’ın marka olmuş nesi vardır? Diyelim ki Testi Kebabı vardır, termal hamamları, kaplıcaları vardır, Roma Hamamı kalıntıları vardır, saat kulesi vardır, Kerkenes harabeleri vardır; ama bunların dönüştürülmesi durumunda doğacak o bütünün içinde hatt-ı naht’ da kendine has bir ‘marka değeri’ taşıyabilir. Ayrıca biz, kaplamaya ebru çekiyoruz. Çerçevelerin bir kısmı ebru çerçeve. Yani ahşaba ebru çekip yapıyoruz.”

Akbaş, “Ebru kısımlarını kim hazırlıyor?” sorumuz üzerine de, Sorgun Halk Eğitim Merkezi’nde ebru kursu veren eşinin hazırladığını söyledi. Geçen yıl Ankara’da düzenlenen ‘Yozgat Tanıtım Günleri’ne de ailece katıldıklarını kaydetti.

Göstermelik teşhir, sanatı hafife almaktır

Akbaş, “Bu sanatın geliştirilmesi, yaygınlaştırılması için resmî kurumların müdahil olmalarını ister misiniz, yoksa ‘bu bir gönül işidir, kendi mecrasında yürümelidir’ mi dersiniz?” şeklindeki sorumuza da, “Sanat adına söylenecekse bu benim haddimi aşar; ama kendi adıma söyleyeceksem, lütfen müdahale etmesinler” diye cevap verdi. “Katkı sağlamak için de olsa müdahale etmesinler mi?” sorumuz üzerine de, “Katkı sağlamak anlamında şu olur: Bu sanatın bilinmesi, tanıtılması, anlaşılması, görülmesi güzel bir şey; fakat bunu yaparken de muhatabı incitmeden bu işi yapmak lâzım” uyarısında bulundu. “Muhatap neden incinir?” sorumuzu ise şöyle cevapladı:

Hüseyin Akbaş'ın Yozgat standında sergilenen eserleri
“Ben şöyle incinirim: ‘Yozgat Tanıtım Günleri’ne gittik, buraya (Emitt Fuarı’na) geldik. Burası dar bir ortam. Şu an Yozgat standı, Yozgat’ın değerlerini sergilemek için çok dar bir ortam. Ben 20 tane levha getirdim. Levhalarım üst üste. Bunları teşhir etme imkânım bile yok. Yani ‘Biz sadece göstermelik olarak 3-5 levhayı aldık getirdik, geri götüreceğiz. Yozgat’ta böyle bir şeyler varmış…’ Bu mudur yani?.. Bu, beni (sanatçıyı) hafife almaktır. Buraya davet edilmem nezakettir, güzelliktir; ancak buradaki bu ortam… (Üst üste duran levhaları göstererek) Yani şu görüntü size hitab ediyor mu? Siz olun da burada anlatın (bu sanatı), ne anlatacaksanız… Fizikî yetersizlik var. Bu, devlet kurumlarıyla ya da onları temsil eden insanlarla ilgili bir durum değil. Ben, kendim, şahsî olarak katılmak istesem bu fuara katılabilir miyim? Hayır, benim imkânım yetmez, gelemem ben buraya. Buna vesile oluyorlar, eyvallah, çok güzel bir davranış; ama buradan bir güzellik çıkacaksa, bu güzelliğin de kıymetlendirilmesi gerekiyor. Bunu söylemeye çalışıyorum.”

Sanatımız, sergilenen eserlerle değil,
sergiyi açanın ismiyle haber oluyor

Akbaş, yerel basının kültür ve sanata olan ilgisini yeterli bulup bulmadığına dair sorumuz üzerine de, Ali Tavşancıoğlu’nun daha önce çıkardığı Şehriyar dergisinin kendisiyle mülâkat yaptığını, sergiler düzenlendiğinde yerel basının haber yaptığını söyledi. Bir sitemde bulunmayı da ihmal etmedi: “Yalan yanlış bir şeyler yazıyorlar oraya. Sanatın ne olduğunu bilmeden, ayrıntısını bilmeden bir şeyler yazıyorlar. Aslında orada yazdıkları biz değiliz. Diyelim ki sergi ortamına onlar için kıymetli bir insan gelmişse; ‘Milletvekili (…), Hüseyin Akbaş’ın naht sergisini açtı’ (şeklinde başlık koyuyorlar…) Hüseyin Akbaş kim? Milletvekili (…)’ın önemsettiricisi… Yani benim sergim, ancak açılışına bir milletvekili gelirse değerli (!) Bir çeşni oluyoruz yani… Müstakil olarak benim (sanatçının) bir kıymeti yok. Buraya naht sanatı davet ediliyor, eyvallah, güzel; bu başka bir şey; fakat buraya birileri gelecek diye naht sanatının getirilmesi başka bir şey. Aslında bu işler kimsenin umurunda değil. Sanat kimsenin umurunda değil. Sanatçılık, sanattan doğan incelik, kimsenin umurunda değil. Bunların hepsi görüntüden ibaret. Yani biz sadece hadiseye fon teşkil ediyoruz. ‘Aa ne kadar güzel! Ne kadar güzel yapmışsınız!’... Peki ondan sonrası?..”

Naht sanatının kültürel ortamı yok

Hüseyin Akbaş’a, Sorgun özelinde ve Yozgat genelinde sanatla uğraşan insanların birbirleriyle olan kültürel irtibatlarının hangi seviyede olduğunu da sorduk. Akbaş, şunları söyledi:

“Öyle bir ortam olmadığı için benim kendi adıma öyle bir kültürel alışverişim yok. Ancak atölyemizi ziyaret eden arkadaşlarımız var, resimle uğraşan. Renk uyumları, kesimler konusunda destekleri var. Sivil toplum anlamında soruyorsanız, ya da ayın ya da haftanın muayyen günlerinde bir araya gelip sohbet etmeyi kast ediyorsanız, böyle bir şey yok. Onun dışında Sorgun’da sanatçılarla müşterek bir çalışmamız yok. Yozgat’takilerle de yok.”

Kün Edebiyat’tan besleniyoruz

Akbaş, hatt-ı naht sanatı dışında edebî ortamlara dair sorumuz üzerine de ‘Kün Edebiyat’ dergisinin Yayın Kurulu’nda yer aldığını, her sayısında bir denemesinin yayınlandığını, Yayın Kurulu ile ayda bir kere toplanıp dergi gündemini değerlendirdiklerini belirtip, “Orada verimli bir ortam var. Siyami Yozgat ile görüşüyoruz, Celâl Kapusuzoğlu ile görüşüyoruz, Ömer Faruk Ünalan ile, Mehmet Ali Çakır ile, Ercan Köksal ile, Mustafa Çiftçi ile görüşüyoruz. Ali Bey (Tavşancıoğlu) zaten bizim demirbaş…” dedi. “Bu ortam verimli bir ortam mı? Kültürel olarak sizi besliyor mu?” sorumuza da “Kesinlikle. Özellikle dergi ortamını çok verimli buluyorum. Dergi ortamı çok iyi. Bir de yayınevi kuruldu, benim de oradan, Kün Yayınevi’nden ‘Çisenti’ isimli bir şiir kitabım çıktı” karşılığını verdi.

Kimseden bir beklentim yok

Hüseyin Akbaş, bir sanatçı olarak kendisinin duruşunu “Hiç kimseden hiçbir şey beklemediğim için, hiç kimseyi de şikâyet etmem. Hiç kimseden hiçbir şekilde rahatsız değilim” diyerek özetledi ve şu notu düştü:

“Çünkü benim geçimim bu işe bağlı değil. Öğretmenlik yapıyorum. Ben, Allah rızası için, zamanı kıymetlendirmek adına meşk ediyorum. Bundan bir şey olacaksa da benimle ilgili bir şey olmayacak. Bunu yapanla ilgili bir şey olacak. Yoksa benim, ‘Beni alsınlar, getirsinler, götürsünler, levhalarımı alsınlar, zengin olayım’ diye bir beklentim yok.”

Tepeden mağrur bir ses: Bunları sen mi yapıyorsun?

Akbaş, bu vesile ile bir rahatsızlığını da şöyle dile getirdi:

“Adının önünde unvan olan insanların kaba konuşmalarından, bana ‘sen’ diye hitab etmelerinden bile rahatsız oluyorum. ‘Bunları sen mi yapıyorsun?’ … Bu bir bürokrat olabilir, bir devlet adamı olabilir, bir milletvekili olabilir… ‘Sen’ kim? Ona göre ‘bu işle uğraşan bir amele’ yani… ‘Sen’ ne demek yahu? Var mı böyle bir şey? ‘Ustam, bunları siz mi yapıyorsunuz?’ başka bir şey, ‘Bunları sen mi yapıyorsun?’ başka bir şey… Ortalama bir insan bana ‘sen’ diye hitab ettiğinde buna tepki verirken, adının önünde birtakım unvanlar olan insanlara boynumuzu büküyoruz… Bilmem anlatabiliyor muyum? Bu anlayıştan bir şey olmaz. Sanat, aşkınlığı arar, aşkınlıkla uğraşır. Siz, aşkın olanı günlük olanın peşine düşürürseniz, o iş yanlış olur. Aşkın olanın önünü açmak lâzım. Zaten sanat bu âlemle uğraşmıyor ki. Şiir de öyle, edebiyat da öyle, roman da öyle, hatt da öyle, naht da öyle, resim de öyle, müzik de öyle. Yani bir müzisyen, A insanının önemsettiricisi olmasın yani…”

Emaneti muhafaza ettin mi ki şikâyet ediyorsun?

Hüseyin Akbaş’a, gençlerin, eski kuşağın Yozgat’a pek bir şey kazandırmadığını düşündüklerini hatırlatarak, Yozgat’ın istikbalini temsil eden bu yeni nesli nasıl değerlendirdiğini de sorduk. Akbaş, bu konudaki düşüncelerini de şöyle dile getirdi:

“Bu ‘bize bir şey bırakmadılar’ şikâyetini, eleştirisini kabul etmiyorum. Biz, bize bırakılana sahip çıkmadık. Bu nesil sahip çıkmadı. Yani o, ipe un sermek. ‘Bizden önceki Yozgatlılar bize bir şey bırakmadı’ falan filan… İpe un seriliyor yani. Yozgat’ın kendi değerleri Yozgat için önemli değil. Siyami Yozgat adından bahsettiniz. Şu an Yozgat’ın yaşayan en ciddi yazarlarından bir tanesi. Yozgat’ta hangi okul, hangi sivil toplum kuruluşu, Siyami Yozgat’ı çağırıp da onun hikâyesini dinlemiş ondan? Abbas Sayar, öldü gitti; Yılkı Atı’nı okuyan kaç tane Yozgatlı var? ‘Bize bir şey bırakmadılar’… ‘Bir şey’den anlaşılan ne? ‘Babam bana fabrika bırakmadı’… Fabrika bırakacaktık da, Çerkes Ethem, bütün paraları aldı götürdü. Öyle değil mi yani? Yozgat isyanında Çerkes Ethem, 10 kilometre uzunluğunda koyun sürüsü götürdü Yozgat’tan. Tenekelerle altın götürdü. Bunlar gitti Yozgat’tan. Modern kafanın anladığı, ‘Bize ne bıraktılar? Para bırakmadılar. Babam bana bir şey bırakmadı. Büyüklerimiz bize bir şey bırakmadı’… Bunu kabul etmiyorum. Böyle bir şey yok.

Gençler yolsuz... Modernizm onları zıvanadan çıkardı...

‘Bugünkü gençlere bakarak Yozgat’ın 30 sene sonrasını nasıl görüyorsunuz?’ sorunuza gelince, iki tane yol var: Birisi, modernizmin bütün kurum ve kuruluşlarıyla, kapitalizmin bütün kurum ve kuruluşlarıyla işletildiği, kesinlikle zıvanadan çıkmış bir nesil. Diğeri de, bunu erkenden okuyup, hayatına doğru bir yön verebilecek bir insan tipi. İki yol var.”

Akbaş, ‘Gençlerin çoğunluğunun hangi yolda olduğunu düşünüyorsunuz?’ sorumuza, “Şu anda gençlerin çoğunluğu yolsuz. Ahlâki olarak yol yok, kültürel olarak yol yok, dinî olarak yol yok, örfî olarak yol yok, ideolojik olarak yol yok. Şu anki gençler, bir yol üzere gitmiyorlar zaten. Yol yok ortada” diye karşılık verdi. ‘Yol gösteren mi yok, yoksa onlar mı yola gelmiyor?’ sorumuzu ise “Yol gösterenler, yol göstermesi gerekenler değil. Yol göstermemesi gerekenlerin yolsuzluğunda gidiyor gençler. Gidilmesi gereken yol da kimsenin umurunda değil” diye cevapladı.

Sanatta yerellik…

Hatt-ı Naht sanatçısı Hüseyin Akbaş’a, ‘Yerel değerlerin yaşatılması için sanatçıların, eserlerinde kendi yörelerinin kültürel motiflerini kullanarak genele yansıtmaları gerektiği’ görüşüne katılıp katılmadığını da sorduk. Akbaş, bu konudaki görüşünü şöyle dile getirdi:

“Ben, yerelliğin muhafaza edilmesi gerektiği görüşüne katılıyorum. Yerel özelliklerini muhafaza etsin. Ancak eğer sanat denen ciddi bir işle uğraşılıyorsa, o yerellik içerisinde uğraşılan iş, zaten kendini taşıyacağı yere taşır. Yani herhangi bir müdahaleye gerek yok. Bu iş eğer bir ‘şey’ ise, güzel bir şey ise o, er geç gönüllerde bir karşılık bulur; ama bunu birtakım endişelerden dolayı yapıyorsanız, orada zaten bir sunilik var. Oradan bir güzellik çıkmaz.”

Tanıtmak mı, tüketmek mi?

Akbaş, yerel kültür unsurlarının, tanıtım amacıyla ve çeşitli etkinlikler vasıtasıyla başka şehirlere taşınması konusunda da yaygın kanaatten farklı görüşler taşıyor:

“Rahmetli Kazancı Bedih, Sıra Gecelerinin pîri. Televizyon kanallarından bir tanesi Türkiye’ye taşıdı, şöhret oldu, bütün kanallar Sıra Gecesi programları yaptılar; Kazancı Bedih, evinde sobadan sızan gazdan zehirlenerek öldü ve kimsenin umurunda olmadı. ‘Sıra Gecesi’ kültürü Türkiye’ye mi yayıldı, yoksa ‘Sıra Gecesi’ kültürü, Türkiye nezdinde tüketildi mi? Önce bunun bir ayrımını yapmak gerekiyor. Yapacağınız işte kalite yoksa, bir ekonomik kaygıdan dolayı yapılmışsa, o işi yapmamakta fayda var. ‘Çiğ köfte’ bugün Türkiye’nin her yerinde yeniyor. Bu iyi bir şey mi? Bunu düşünmek lâzım. Yani bir insanın Mardin taş evlerini başka bir şehirde bir sergi salonundaki tablolarda görmesi başka bir şey, gidip Mardin’de bizzat kendisini görmesi başka bir şeydir. ‘Dünya iletişim çağı yaşıyor, herkesin her şeyden haberi olsun, herkes her şeyi yesin, içsin, gezsin, görsün’ kafası, bir kirliliğe sebep oluyor bence. Yani onu gören kafada ayırd edicilik kalmıyor. Biz, Yozgat’ı İstanbul’a taşıdık. Bu standı binlerce insan görecek. Kaç kişinin kafasında bir ‘Yozgat’ kalacak? Buraya gelen bin kişiden bir kişi belki ‘Yozgat’ın bir standı vardı da orada hatt-ı naht meşk etmişlerdi’ falan… Ama Yozgat’a gelip, Yozgat’ı Yozgat’ta gören, Çamlık’a çıkıp bir Testi Kebabı yiyen insanın aklından Yozgat çıkar mı bir daha?”

Ancak ne aradığını bilenler Yozgat’ta birşeyler bulabilir

Akbaş, Yozgat’ı Yozgat’ta görmek isteyenler için de bir hazırlık olmadığı kanaatini taşıyan, Yozgat’a gidip de ‘hiçbir şey yokmuş’ diyerek dönen pek çok kişi olduğunu hatırlattığımızda ise şu değerlendirmede bulundu:

“Onlar, ipe un seriyorlar. Algıda seçicilik var. Ne arıyorsunuz Yozgat’ta? Yozgat’a gidip deniz ararsanız, bulamazsınız. Yozgat’a gidip plaj ararsanız, bulamazsınız. Yozgat’a gidip ‘Adana Kebabı’ ararsanız, bulamazsınız. Yozgat’ta ne aradığınıza bağlı. Biz, herkese her şekilde hitab etme zorunluluğu taşıyan insanlar değiliz. Benim daha önceki sergimin bir sloganı vardı: ‘Gelen görmesin, görmek isteyen gelsin’. Biz, herkese hitab etmek zorunda da değiliz ki yani. Yıkanacak mı? Hamamı bilir yahu… Sarıkaya’ya gider, Sorgun’a gider… Ne amaçla geliyorsunuz Yozgat’a? Gelen, niye geldiğini biliyor mu? Herkes kafasına göre söylüyor işte; ‘Yaa Yozgat’a gittik, yemek yiyebileceğimiz doğru dürüst bir yer yoktu’ falan… ‘Yozgat bize neyi sunuyor?’ falan… Ne istiyorsun kardeşim? Bunu diyen, ne istediğini biliyor mu?”

Akbaş, ‘Ne istediğini bilenler, Yozgat’ta aradıklarını bulurlar mı?’ sorumuza da şu karşılığı verdi:

“Ne istediğini bilenler, istediklerinin Yozgat’ta olduğunu öğrenirler; ama istediklerinin bazılarının Yozgat’ta olmadığını da bilmeleri gerekiyor. Bu, ziyaret eden, gezen insanın niteliği ile de ilgili bir şey. Biz, her söz söyleyenin her dediğine itibar etmiyoruz. Yani şimdi biz, terminale bir halk oyunları ekibi kuralım, giydirelim de 24 saat herkese ağırlama mı çekelim yani? Bizim düğünümüzü görmek istiyorsa, bir köyümüze gider misafir olur. Hem adamı 3 gün yedirir içirirler, hem de düğünü görür yani. Adam Yozgat’a gelecek diye terminale düğün alayı mı koyalım yani? Nasıl halay çekeriz, bunu görsün, diye… Biz, kendimizde olan değerlerin değerlerini muhafaza ederek bir şeyler yapabileceksek bir kıymeti var. Yoksa ticarî oluyor hadise. Sunacağız mı neyimiz varsa herkese? Kardeşim, bazı şeyleri de sadece Yozgatlılar bilsin. Her şeyi herkesin bilmesi gerekmiyor ki. Kirletmeyelim ve tüketmeyelim. Bazı şeyler de bize özel kalsın yahu!.. Ağırlamayı biz çekelim. Ağırlamanın nasıl çekildiğini herkes görse ne olacak? Ağırlama mı çekecek benimle beraber? Çekmeyecek. ‘Aa ne kadar güzel! Yozgatlılar ne kadar güzel halay çekiyor!’… Bu bir şey mi yani?”

(Yozgat Muhabir)

2 yorum:

Adsız dedi ki...

ustam, nabzımın atmasının saiklerinden... Baykara meclisinde yapılan uzun sohbetlerden birinde gibiyim geldi. Sert, keskin, hatlar ve safların belli olduğu... Yüreğine sağlık ama sert. Başlayıp bırakanlardan oğuzhan

Adsız dedi ki...

yozgatta yaşayan biri olarak hüsnü hat sanatını öğrenmek istiyorum ve böyle değerli bir hocamız varken de istifa etmek isteriz.. bu konuyla alakalı olarak da ilgilenirseniz sevinirim kendi adıma.. şimdiden ALLAH razı olsun..