21 Ağustos 2010 Cumartesi

Üniversite öğrencilerini, Abbas Sayar’ın memleketi Yozgat üzerinden Anadolu ile buluşturabiliriz

Yorum – Sürur Öztürk

1962 Afyon doğumlu Sosyoloji doktoru; hikâye, roman ve Yeni Şafak gazetesi köşe yazarı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun, 29 Mart 2010 tarihli “Kendimi kendim gütmeden” başlıklı yazısı, bir tarafıyla Yozgatlıları gururlandıracak, bir tarafıyla da Yozgatlıları mahcub etmeye yetecek nitelikte bir yazı.

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Yozgatlı şair, hikâye ve roman yazarı Abbas Sayar’dan bahsediyor yazısında. Merhum Abbas Sayar’ın oğlu Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar’ın “Gönül Pazarı” isimli kitabında, Abbas Sayar’ın şu mısralarıyla karşılaşmış:

“Elim avucumda tutmadan,
Kendimi kendim gütmeden,
İçime adım atmadan,
Yorulandan biri oldum…”

Barbarosoğlu, Abbas Sayar’ın bu derin ifadelerinden o kadar etkilenmiş ki, Ahmet Güner Sayar'ın babası hakkındaki izlenimlerinin, ‘son günlerde şiirin bittiğini ilân edenler için bir ibret’ olduğunu yazmış.

Barbarosoğlu, oğul Sayar’ın, babası için yazdığı “Şairliği sadece Yozgat'ın dar ve kapalı bir muhitinde sayısı az Yozgatlı ile Yozgat’a bürokrat olarak gelenlerin oluşturduğu bir yâren halkası içerisinde bilindi ve sevildi. Onların takdiri Abbas Sayar’a yetiyordu” ifadelerindeki “Onların takdiri Abbas Sayar'a yetiyordu” cümlesinin kendisini derinden yaraladığını kaydetmiş.

Yazımın sonunda, Barbarosoğlu’nun ne demek istediğinin tam olarak anlaşılması için, “Kendimi kendim gütmeden” başlıklı yazısının tamamını sizlere de nakledeceğim; fakat benim, Barbarosoğlu’nun yazısında dikkatinizi çekmek istediğim bir husus var:

Barbarosoğlu, “Yozgatlı bir lise öğrencisi, Abbas Sayar’ı okuyor mu? Okuduklarından benim lise yıllarında aldığım tadı ve zevki alıyor mu? Yoksa o da bildiği bir dünyanın değil, hiç bilmediği bir dünyanın peşine düşerek büyü, sihir hikâyelerinin ‘alacalı’ karanlığında mı eğleşiyor?” diye soruyor. Ardından da, Yozgat kültür çevrelerinin mutlaka değerlendirmesi gereken bir teklifte bulunuyor:

“Eğitim politikalarımız sayesinde orta öğretim gençliğinin edebiyattan, sanattan zevk almaması için her şeyi yaptık. El hak başardık da. Hiç olmazsa sosyal bilimlerde okuyan üniversite öğrencilerinin Abbas Sayar’ın memleketi üzerinden Anadolu ile buluşmasını sağlayabilsek.”

İşte, Barbarosoğlu’nun, benim bu yazıyı yazmama sebep olan tespit ve teklifi bu. Barbarosoğlu, “Üniversite öğrencilerini, Abbas Sayar’ın memleketi (Yozgat) üzerinden Anadolu ile buluşturabiliriz” diyor. Son derece önemli, son derece ciddi bir teklif bu.

Bu teklif, esas itibariyle bütün edebiyatçıları, folklor araştırmacılarını ve özellikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı ilgilendiriyor olsa da, buna ilk önce Yozgatlılar sahip çıkmalı.

“Üniversite öğrencilerini, Abbas Sayar’ın memleketi Yozgat üzerinden Anadolu ile buluşturmak” başlı başına ve muhteşem bir projeye dönüşebilir. Bu tek cümlelik teklifi bir kültür projesine dönüştürmek, Yozgat kültür çevrelerine kalıyor.

Yozgat İl Kültür Müdürlüğü, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu ile hiç vakit kaybetmeden irtibata geçerek ve hatta kendisini Yozgat’ta misafir ederek, bu teklifi ciddiyetle değerlendirip uygulamaya koyabilir.

Ankara ve İstanbul Yozgatlı Dernekler Federasyonları, bu teklifin bir ‘kültür projesi’ne dönüştürülmesi için, bünyesindeki akademisyenler vasıtasıyla hemen harekete geçebilirler.

Farkında mısınız, Yeni Şafak yazarı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Yozgat’a ve Yozgatlılara sessiz sedasız büyük bir hediye sunuyor. Bu, Yozgatlılar için gurur verici. Diğer taraftan da, Yozgatlıların hiç sahip çıkamadığı Abbas Sayar’a, bir Afyonlu olarak Yozgatlılardan daha fazla sahip çıkarak, hepimizi mahcub ediyor…

Şimdi sizleri, Barbarosoğlu’nun yazısıyla baş başa bırakacağım. Bu yazıyı, internette araştırma yaparken tesadüfen karşılaştığım ihvanforum.org isimli bir forum sitesinin, Abbas Sayar’ın yukarıdaki mısralarıyla eşleştirerek yayınladığı, Hasan Aycın’ın bir karikatürüyle birlikte sunmak istiyorum. Zira o dörtlükle bu karikatür gerçekten derin bir bütünlük oluşturmuş… (Karikatürü, üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.)

“Kendimi kendim gütmeden”
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu


Başlıktaki ifade Abbas Sayar'ın şiirinden bir mısra. "Elim avucumda tutmadan/Kendimi kendim gütmeden/İçime adım atmadan/yorulandan biri oldum."

Bu mısralara değerli bilim adamı Ahmet Güneri Sayar'ın "Gönül Pazarı" isimli kitabında rastladım. Bizi ilgilendirmeyen o kadar çok kitaptan haberdar oluyoruz ki, Anadolu'yu taşıyla toprağıyla, sanatıyla tanıyacağımız-tadacağımız kitaplara uzak düşüyoruz. "Gönül Pazarı" benim için böyle bir kitap oldu.

Ahmet Güneri Sayar, zengin yaşanmış bir hayatın tanıklığından insanları, olayları mekânları paylaşıyor okuyucusu ile.

Yozgat tarihi ile ilgili olarak edindiğim bilgiler bendeniz için çok önemli. Ama sizlerle şair-romancı bir babanın oğlu olarak Ahmet Güneri Sayar'ın babası hakkındaki izlenimlerini paylaşmak istiyorum. Bu paylaşım son günlerde "şiirin bittiğini ilan edenler için de bir ibret. Şiir bitmez. Şiirin bittiğini ilan edenler şiir okuma zevki olmayanlar arasından çıkar daha çok. Şiiri öldürmek üzerinden tazeleyecekleri ölü sevicilik bahsinin bir parçası olarak.

Son günlerdeki şiir öldü hezeyanları ile merhum Abbas Sayar'ın ne alakası var? Alaka derin. Çünkü biz Abbas Sayar'ı daha ziyade romancı kimliği ile tanırız. Hakikaten de "Can Şenliği" benim için muhteşem bir romandır. Fakat bakınız oğlu Ahmet Güneri Sayar babasının şairliğini nasıl yad ediyor: "Abbas Sayar bilhassa 'Yılkı Atı'nın neşriyle önünde açılan edebiyat adamlığı kapısından geçince daha çok okurlar nezdinde romancı kimliğinin muhafazasına özen gösterdi ve sürekli şiir yazmasına rağmen şairliğini gizledi. Şairliği sadece Yozgat'ın dar ve kapalı bir muhitinde sayısı az Yozgatlı ile Yozgat'a bürokrat olarak gelenlerin oluşturduğu bir yaren halkası içersinde bilindi ve sevildi. Onların takdiri Abbas Sayar'a yetiyordu."

"Onların takdiri Abbas Sayar'a yetiyordu." Bu cümle beni derinden yaraladı. Bu gün edebiyat dünyasını piyasaya çeviren şey yazarları takdir edecek okuyucuların olmaması. Daha doğrusu yazarlar "okuyan" okuyucu ile sahih bir iletişim kuramadan, "tüketen" okuyucunun "satın alma" gücüne mahkûm oluyor. Bu mahkûmiyeti hürriyete çevirecek tek ortam dergilerin dünyası. Ne ki dergilerin dünyasında da kıyasıya bir "Körler sağırlar birbirini ağırlar" havası hüküm sürünce okuyucunun okuduklarını değerlendirmesi için farklı bakış açıları sunabilecek mecralar tükenmiş oluyor. Bu durumda bir kitabı değerlendirmek için tek bakış açısı kalıyor. Ne kadar satış o kadar iyi kitap. Satış ve reklam arasında şaşmaz bir doğru orantı var oysa.

Ahmet Güneri Sayar'ın satırlarından babası Abbas Sayar'ı okurken, Abbas Sayar'ın Yozgat'ını okurken bana eşlik eden soru şuydu: Yozgatlı bir lise öğrencisi Abbas Sayar'ı okuyor mu? Okuduklarından benim lise yıllarında aldığım tadı ve zevki alıyor mu? Yoksa o da bildiği bir dünyanın değil hiç bilmediği bir dünyanın peşine düşerek büyü, sihir hikayelerinin "alacalı" karanlığında mı eğleşiyor?

Eğitim politikalarımız sayesinde orta öğretim gençliğinin edebiyattan, sanattan zevk almaması için her şeyi yaptık. El hak başardık da.

Hiç olmazsa sosyal bilimlerde okuyan üniversite öğrencilerinin Abbas Sayar'ın memleketi üzerinden Anadolu ile buluşmasını sağlayabilsek.

Abbas Sayar Orta Anadolu'nun romancısı.

Bir defa daha tekrarlamakta yarar var. Orta Anadolu Türkiye'yi her bakımdan ortalıyor.

Hiç yorum yok: