3 Ağustos 2015 Pazartesi

İsveç gizli servisinin, üzerinde ‘zihin kontrolü’ deneyleri yaptığı Yozgatlı Ertuğ’un ilginç hikâyesi

Ömer Özkaya ve kitabı
“CIA Belgeleriyle Zihin Kontrol Operasyonları” isimli kitabın yazarı Ömer Özkaya, kitabı yazmasına, İsveç istihbaratının, İsveç’te lokanta işleten Ertuğ isimli Yozgatlı bir kişiye ‘radyo dalgalarıyla zihin kontrolü’ uygulaması yaptığını öğrenmesinin vesile olduğunu açıkladı.

Ömer Özkaya’nın verdiği bilgiye göre, İsveç gizli servisi, Yozgatlı Ertuğ’a, kendileri adına çalışmasını teklif etti. Ertuğ, bu teklifi reddedince, “bir bayan garsona cinsel tacizde bulunduğu” suçlamasıyla karakola götürüldü ve “Sen öldün” denilerek tabutla toprağa gömülmek gibi ağır psikolojik ve fizikî işkencelere tabi tutuldu. Daha sonra Ertuğ’un zihin frekansını tesbit eden İsveç istihbaratı, radyo dalgalarıyla onun zihnine birtakım sesler ve mesajlar göndermeye başladı. Ertuğ, bu yayınları daha sonra “Benim kafama şu an yayın yapılıyor. Ben küfür duyuyorum, tokmak sesi duyuyorum” diyerek anlattı. İsveç istihbaratı, eski İsveç Başbakanı Olof Palme’ye düzenlenen ve hâlâ faili meçhul olarak kalan suikastı da Ertuğ üzerinden Türkiye’ye mal etmeye çalıştı.

Yozgatlı Ertuğ, yaşadıklarını İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarına, Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığı’na ve MİT’e bildirdi ancak bir sonuç alamadı. Konu, araştırmacı yazar Ömer Özkaya’nın önüne gelince, “CIA Belgeleriyle Zihin Kontrol Operasyonları” kitabı ortaya çıktı.

Ömer Özkaya, bir televizyon programında, konu hakkında şu açıklamalarda bulundu:

Bir gün masamda nasıl geldiğini bilmediğim bir mektup buldum

Ömer Özkaya
“Çalıştığım gazetede, bir sabah geldim, masamda bir yazı var. (Mektup) Yazının başlığı, ‘Günümüzün Nazizm Tehlikesi’. Yazıyı aldım, şöyle bir baktım; bir Türk, Yozgatlı birisi bu, İsveç’e yerleşmiş, orada bir sebeple hapse düşmüş. Hapiste İsveç Polisi, faili meçhul Olof Palme cinayetini buna yıkmaya çalışmış. Bu da kabul etmediği için işkence görmüş ve cezaevinde üzerinde birtakım deneyler yapıldığını, kendisine zihin kontrolü yapıldığını yazıyor. Bu yazı, bana biraz uçuk geldi başlangıçta ama bu yazıyı atmadım ben. Getirdim, arşivime koydum. Aradan tahminen bir 6-7 ay geçti. Arşivimde düzenleme yaparken, yazı bir daha elime geldi. Şu yazıyı sağlıklı bir şekilde oturup okuyayım, dedim. Daha dikkatli bir şekilde aldım, okudum. Baktım, yazı, kendi çerçevesi içerisinde bir mantığa oturuyor. Şahıs, yazının altına ismini, telefonunu ve adresini de yazmıştı. Aradım. Ertuğ isminde birisi. ‘Ertuğ Bey, bu yazı size mi ait?’ dedim, “Evet, bana ait” dedi. ‘Ben, gazeteciyim. Bu konuyu seninle konuşmak istiyorum’ dedim. “Peki konuşalım ama sana 2 şey soracağım. Eğer bu 2 soruma anlamlı cevap verirsen, seninle bu konuyu genişçe konuşurum” dedi. ‘Peki’ dedik, randevulaştık. Beşiktaş’ta, Barbaros Bulvarı’nın başında Hakan Pastanesi var. Orada buluştuk. Çaylarımızı, kahvelerimizi içerken, 2 soru soracaktı ya, dedi ki 1: “Bu konuyla ilgili olarak bana, Türkiye’nin çok yakından bildiği 2 büyük gazeteci geldi” dedi. İsim vermeyelim, sorun olabilir. “Fakat” dedi, “Bunlar benimle konuştular, çekim yaptılar, stüdyoya gittim, bir sürü bir şey oldu” dedi, “Sonra bu ikisi de, ‘Ya bu konu bizi aşıyor’ dediler. “Eğer” dedi. “Sen de beni böyle 3-5 ay uğraştırıp sonra kaçacaksan, vaktimi alma” dedi. Ben de dedim ki, ‘Böyle bir hadise, yani zihin kontrolü denen hadise,teknolojik olark mümkünse, ben bunun için ölüme varım’. “Peki” dedi. 2: “Daha önemi sorum şu” dedi. “Ben” dedi, “Bu yazıyı İçişleri Bakanlığı’na, Dışişleri Bakanlığı’na, Başbakanlık’a, Genelkurmay Başkanlığı’na ve MİT’e gönderdim” dedi. “Bu yazı, senin eline nasıl geçti?” dedi. Dedim ki, ‘Ya Ertuğ Bey, bana ister inan, ister inanma; ben bu yazıyı, masamda buldum’ dedim. “Sen, beni aptal mı zannediyorsun?” dedi. Dedim ‘Estağfurullah, aptal zannetmiyorum. İstersen burada kahvemizi içer gideriz ama işin gerçeği bu. ‘Ben’ dedim, ‘bu yazıyı, böyle gazetelerin filan arasında, sabahleyin işe gittiğimde masamın üzerinde buldum’ dedim. ‘Bana’ dedim, ‘bu yazıyı MİT mi gönderdi, Genelkurmay mı gönderdi, Başbakanlık mı gönderdi, nasıl geldi benim masama, kim getirdi, postayla mı geldi, kargoyla mı geldi, ya da içeriden, gazeteden birisi kullanılarak mı masama kondu, hiçbir şey bilmiyorum’ dedim. ‘Sadece bildiğim, ben bu yazıyı, 7-8 ay önce masamın üzerinde buldum’ dedim. Şöyle düşündü, düşündü, “Peki, konuşalım” dedi ve başından geçen hadiseleri anlattı.

Ertuğ’un başından geçenler

Hadise şu:

Bu arkadaş, Yozgatlı. İsveç’e gidiyor ve oraya yerleşiyor. Orada bir restoran açıyor. Türkiye’de halk bilmez; ama Türkiye’ye karşı faaliyet gösteren bölücü hareketlerin en önemli merkezleri, İskandinav ülkelerindedir. Yani Finlandiya, İsveç gibi… Bu da İsveç’te. Lokantası var. Bazı terör örgütlerinin elemanları, bunun lokantasına gelip gidiyorlar. Orada yemek yiyorlar. Tabii bu, zamanla onların arasında bir çevre ediniyor. Yani o terör örgütü militanları ile görüşerek, konuşarak bir çevre ediniyor. Bir gün, İsveç gizli servis elemanları gelip diyorlar ki, ‘Bizim adımıza çalışır mısın?’. Bu da diyor ki, ‘Bu şahıslar, benim ülkeme karşı faaliyet gösteriyorlar; ama ben, karakterim itibariyle böyle bir şey yapmak istemiyorum. Yapmam’ diyor, reddediyor teklifi. Birkaç ay sonra tekrar aynı teklifte bulunuyorlar, bu, “Hayır” diyor. “Ben, sizin adınıza çalışmam”. “Peki, seninle görüşeceğiz” deyip çıkıyorlar. Kısa bir süre sonra İsveç polisi geliyor ve diyor ki, “Sen, (kendisine ait işyerinde çalışan) İsveçli bir kızı taciz etmişsin” diye bunu karakola götürüyorlar. Goeteburg merkez polis karakoluna. İşte bahane, ‘İsveçli garson kıza cinsel tacizde bulunmuşsun’, iddia bu… Ve kamera karşısında, Olof Palme cinayetini buna yıkmak istiyorlar. Olof Palme cinayeti, hâlen faili meçhuldür. Aradan çok uzun zaman geçmiştir; ama İsveç Başbakanını kimin öldürdüğü, hâlâ bilinmeyendir. “Olof Palme cinayetini kabul edeceksin” diyorlar. Aslında, ‘kabul edeceksin’ derken, buna yıkılmıyor, Türkiye’ye yıkılmak isteniyor olay. Bu da “Hayır” diyor, “ben kabul etmem” diyor ve işkence dönemi başlıyor. Meselâ, çocuğu, “Sen öldün” deyip, tabuta koyup gömüyorlar. Buna benzer yaşadığı hadiseler… Bunları anlattı bana. Dedim ki, ‘Ertuğ, bu, bu şekilde olmaz’. Bunu da ben özellikle istedim; ‘Sen bunu elinle yaz’ dedim. Yani amacım, onun el yazısıyla bunları almaktı. Yazdı. Sonra ben, ‘böyle bir mesele var mı, yok mu?’yu araştırmaya çıktım. Çeşitli üniversitelerdeki hocalarla temas kurdum. Bir kısmı, “Ya böyle bir şey yok” dedi, bir kısmı “Bu konu seni aşar” dedi.

Hatta bir gün şöyle oldu: İşe geleceğim, gelen otobüsler sürekli dolu. Yani işe gelemiyorum. Ben de otostop yaptım. Kırmızı bir Şahin araba durdu, beni aldı. Gelirken tanıştık. İsmi Cengiz. Elektrik elektronik mühendisi. Ericsson cep telefonu şirketinde, cep telefonlarının elektronik beyinlerini üreten sistemin yöneticisiymiş. Tabii, cep telefonu filan deyince, konu benim aklıma geldi. Dedim ki, ‘Cengiz Bey, bir insanın zihnine, binlerce kilometre öteden bir elektromanyetik müdahale mümkün mü?’ dedim. Anında sağa çekti arabayı. Döndü, “Sen ne sorduğunun farkında mısın?” dedi bana. Baktım, adam bir hayli panik yani… Dedim, ben bunu biraz sakinleştireyim… Dedim ki, ‘Cengiz Bey, ben bu konuyu bilmiyorum. Yani ben, sordum sadece’. Biraz adam ‘üff-püff filan yaptı. Yani rengi filan gitti çünkü adamın. Sonra tekrar yola çıktık ve ben, yavaş yavaş tekrar açtım bu konuyu. Sonra dedi ki, “Ben” dedi, “bir İsveç firmasında çalışmasam, bu konuyu televizyonda çıkar, sana anlatırdım. Ama ben bir İsveç firmasında çalışıyorum, olayın olduğu yer de İsveç. Dolayısıyla ben çıkıp bunu sana anlatamam. Ama şunu bil; sen, doğru bir yoldasın ama tehlikeli bir yoldasın” dedi.

Bu konunun Türkiye’de bilinmesi istenmiyor

Ben, bunun üzerine, bir tanıdığım vardı, emekli asker. Meseleleri bilen birisi. Onun yanına gittim. Dedim ki, ‘ya böyle böyle. İnsanlar korkuyor ama ben Amerika’nın hâlen, ya da “A” devletinin hâlen yürüyen bir operasyonunu bozmuyorum yani. Hani bu konu, Avrupa’da, Amerika’da, birtakım yerlerde çok iyi bilinen bir mesele. Bunun bilinmesine niye karşı çıkıyorlar? İnsanlar neden korkuyor?’ diye sordum. Çok enteresan bir şey söyledi o tanıdığım. Dedi ki, “Bu konu, Avrupa’da ve Amerika’da çok iyi biliniyor olabilir; ama acaba Türkiye’de bilinmesi isteniyor mu?”.

Prof. Dr. Halûk Nurbaki’ye müracaat

Benim arayışlarım devam etti. En son, ‘Bu meseleyi sana Halûk Nurbaki Hoca izah eder, hiç çekinmeden de bu işin altına imzasını atar’. Tabii ben de şunu itiraf edeyim: Bu konuyu araştırıyorum; ama bir taraftan da kafamda da hâlen bir soru işareti var. Yani, ‘Nasıl olur? İsveç’ten çıkan bir yayın, İstanbul Beşiktaş’ta oturan bir adamı nasıl bulur?’. Çünkü Ertuğ diyor ki, “Benim kafama şu an yayın yapılıyor. Ben küfür duyuyorum, tokmak sesi duyuyorum”… Bir sürü şey duyduğunu söylüyor. Ben bu arada Ertuğ’un filmini (röntgenini) çektirdim; acaba kafasında alıcı-verici mi var diye. Alıcı-verici filan da yok. Sonra Prof. Dr. Halûk Nurbaki Hoca’ya ulaştım. Dedim ki, “Hocam, yanımda, radyo dalgaları harekâtı üzerinden zihnine yayın yapıldığını söyleyen birisi var’, telefonda. Ben cümlemi bitirir bitirmez, “Yarın gelin” dedi. Hoca böyle söyleyince ben biraz rahatladım. Yani dedim ki, ‘Ya bu saçma sapan bir konu olsa, Hoca beni çağırmaz’ dedim. Kadıköy’deydi evi, oraya bizi davet etti, gittik. Açtı kapıyı. Ertuğ da yanımda. Hatta rahatsızmış, pijama takımıyla filan çıktı önümüze. Bize bir çay yaptı. Neyse, oturduk. Ertuğ, başından geçen hadiseleri anlattı, tek tek. Benim masamda bulduğum yazıdakinin daha genişçesini. Ben, teybi açtım, dedim ki, ‘Hocam, Ertuğ’u dinledik. Yani teknolojik olarak böyle bir hadise mümkün mü?’. Dedi ki, “Çocuklar, bu konu yeni değil” dedi. Dedi ki, “Ben, bu teknikle delirtilen veya intihar ettirilen 5-6 kişi biliyorum”. Tabii Hoca böyle söyleyince ben biraz rahatladım ve Hoca bunun detayını anlattı. Burada kitapta da (CIA Belgeleriyle Zihin Kontrol Operasyonları isimli kitapta) Hocayla yaptığımız o röportaj, geniş bir şekilde var. Meselâ Hocanın söylediği, benim de çok önemli bulduğum bir ifadesi var: ‘Korunmak için ne yapmalıyız?’ diye sordum ben Hocaya. Hocamız Nurbaki, “Bu tür dalga harekâtlarından korunmak için, zihin hayatımızda belli birtakım disiplinlere muhtacız. Bu konuda dinimiz İslâmiyet’in çok ciddi kuralları vardır. Meselâ bir iş yapmaya kalkışmadan önce niyet edilmesi. Niyet etmek, bir zihinsel disiplindir. Besmele çekmek, bir zihinsel disiplindir. Bunlar, dalga harekâtına yakalanma ihtimalini iyice zayıflatır. Allah, bunları bizden boşuna istememiştir. Allah’ın bizim yatıp kalkmamıza da ihtiyacı yoktur. Bütün bunları bir bütün hâlinde görürsek, insanların maddesinde nasıl korunmaya yönelik birtakım kurallar, disiplinler varsa, zihinlerde de vardır” diyor ve devam ediyor…”

Herkesin bir zihin frekansı var

Her insanın beyninin, bir radyo dalgası gibi bir frekansı olduğunu belirten Özkaya, “Hani FM radyoları var; 103.5 Ali FM, 103.6 Veli FM.. Yani her insanın bir zihin frekansı var. Tıpkı parmak izi gibi” dedi. Özkaya, sözlerine şöyle devam etti:

“O çocuğun üzerinde yapılmış işlemler çok geniş. Anlatılamayacak kadar; ama hocanın söylediği şu: Ben şunu sordum: Dedim ki, ‘Hocam, her insanın bir zihin frekansı var. (Kendi ifadesine göre.) Peki bu, nasıl tespit ediliyor?’. “Bunun için senin birtakım kablolara bağlanmana gerek yok. Yani bunun bir çanta içerisinde cihazı var. Size o cihazla yaklaşıyorlar ve sizin zihin frekansınızı onunla ölçüyorlar.”

Dualarla korunabilirsiniz

Prof. Dr. Halûk Nurbaki’nin, “Abdestli gezmeniz, sizin ‘zihin kontrolü’ operasyonuna yakalanma riskinizi azaltır” dediğini aktaran Özkaya, şöyle konuştu:

“Çok enteresan, Ertuğ, başından geçen hadiseleri anlatırken, Hocamız bilmiyor, dedi ki, ‘Ertuğ, ben böyle bir işkenceye 5-6 aydan fazla dayanan kimse tanımıyorum. Sana cezaevinde bu yayınlar yapılırken sen ne yapıyordun?’ dedi. Dedi ki, ‘Hocam ben lâ havle velâ kuvvete duasını okuyordum’. ‘İşte bak, sen buradan kazanmışsın’ dedi. ‘Yoksa senin bu işkenceye 6 aydan fazla dayanman mümkün değil’ dedi. ‘Şu andan itibaren de sana yapacakları bir şey yok; çünkü sen savaşı kazanmışsın’ dedi.”

Zihin kontrolü nedir?

Açıklamalarının devamında ‘zihin kontrolü’ hakkında bilgiler veren Özkaya, bu kontolün, insanlara belirli fiziksel hareketler yaptırmak şeklinde anlaşılmaması gerektiğinin altını çizerek, bunun, ‘düşünme sistemini etkileme’ yöntemi olduğunu söyledi. Özkaya, zihin kontrolünün elektromanyetik, kimyasal ve metafizik olmak üzere 3 yolu olduğunu belirterek, özet bilgiler verdi. Bu bilgiler şöyle:

Elektromanyetik yöntem:

Zihin frekanslarına gönderilen dalgalar yoluyla, bir ülkenin stratejik bir bölgesinde yaşayan insanlar, psikolojik gerilime sevk edilebilirler.

Kimyasal yöntem:

Birtakım kimyasal maddelerle, beyinde mutluluk hormonu salgılanmasını veya beyindeki yalan söyleme ya da konuşma merkezinin engellenmesi sağlanabilir.

Metafizik yöntem:

Cin, elektromanyetik birer varlıktır. O, istediği şekle girebilir, dünyanın her tarafına gidebilir. Büyüler, metafizik yöntemlerden birisidir. Bu yöntemle insanların birbirlerine sevgi ya da nefret duyguları beslemeleri sağlanabilir.

Sıradan insanlar nasıl terörist oluyorlar?

Ömer Özkaya, Sabancı suikastı faili Mustafa Duyar’ın Sarıyer’de bir balıkçı çırağı, HSBC’ye düzenlenen bombalı saldırıyı gerçekleştiren kişinin de Çemberlitaş’ta bir baharatçı olduğunu hatırlatarak, “Bir balıkçı çırağı ile bir baharatçıyı alıp birer suikastçı hâline getirenler, bunu nasıl yapıyorlar?” diye sordu.

Joe Pompei’nin icat ettiği cihaz

Joe Pompei isimli bir mucit, ses dalgalarının, her yöne değil, tek bir noktaya iletilmesini sağlayan bir cihaz icat etti. Bu cihaz, Mayıs 1999’da İngiltere’nin en büyük havaalanı Heathrow’da denendi.  Kaynağından insan kulağının duyamayacağı bir şekilde çıkan ses, havada kırıldıktan sonra hedef kişinin kulağına normal ses olarak yansıyordu. Yani, havaalanında yapılan anons, herkes tarafından duyulmuyor, sadece muhatabının kulağına ulaşıyordu.

Ömer Özkaya, bunun, pasaport kontrolleri sırasında o şahısların zihin frekanslarının kaydedilmesi sayesinde mümkün olduğunu söylüyor. Özkaya, ‘böcek kovucu’ olarak kullanılan cihazların da benzer bir sistemle çalıştıklarını belirtiyor. Bazı büyük marketlerde ve otellerde de, insanların duygularını yönlendiren cihazlar kullanıldığını kaydediyor.

Hasan Mezarcı’ya ne yaptılar?

Hasan Mezarcı’nın da bu tür zihin kontrolü yöntemiyle değiştirilmiş olabileceğini ileri süren Özkaya, “Hasan Mezarcı’yı siyasî açıdan sevelim sevmeyelim, bu ayrı bir şey; ama o adam bir milletvekiliydi. O adam, Meclis’te konuşmalar yapıyordu, gazetelere demeç veriyordu. Almanya’da hapse düştü. Çıktı ve ‘Ben Peygamberim’ demeye başladı” diye konuştu. Özkaya, Türkiye’nin yöneticilerinin sadece fizikî olarak korunduklarını, oysa devlet adamlarının bu tür yöntemlere karşı da korunmaları gerektiğini vurguladı.

Vücuda çip takılmasının da bir başka kontrol yöntemi olduğuna işaret eden Özkaya, bu uygulamanın bir süre sonra Türkiye’de de ‘masum’ gerekçelerle hayata geçirilebileceğini belirterek, dikkatli olmak gerektiğini söyledi.


(Yozgat Muhabir)

Hiç yorum yok: