Aziz Üstel - Kemal Kılıçdaroğlu |
İttihatçıların öldürdüğü gazeteciler…
Kapatılan gazeteler…Televizyon programcısı ve Star gazetesi yazarı Aziz Üstel, Türk basınında sansürün kaldırılışının yıldönümü olarak kabul edilen 24 Temmuz’da, “Bu ülkede 24 Temmuz 1908’den bu yana ilk kez gazeteler sansür memuru gördü” diyerek hükümeti basına sansür uygulamakla suçlayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, geçmişte İttihatçılar, Halk Partisi ve ‘Millî Şef’ döneminde basına uygulanan baskıları hatırlattı.
İttihatçılar tarafından öldürülen gazetecileri, başta
Cumhuriyet olmak üzere kapatılan gazeteleri hatırlatan Aziz Üstel, Kılıçdaroğlu’na,
“Sizin partinizin iktidar olduğu herhangi bir dönemde, bugün yayınlanan ve salt
Tayyip Bey’e (Başbakana) sövmenin, hükümeti en ağır biçimde eleştirmenin
dışında hiçbir işlevi olmayan gazete, televizyon ve radyolar, yayınlarını sürdürebilirler
miydi?” diye sordu.
Basın özgürlüğü mü
dedi Kemal efendi?!.
Efendim, konuşmuş olmak için konuşmak insanı bilge değil
salt geveze yapar! “Bu ülkede 24 Temmuz 1908’den bu yana ilk kez gazeteler sansür
memuru gördü” diyor Kılıçdaroğlu Kemal Efendi.
Yani basın sansürünün kaldırılış tarihine gönderme yapıyor!
Çok güzel! Yani 105 yıldır bu ülkede basın özgürlüğü
vardı ha! Örneğin İttihatçılar pek bir basın özgürlüğünden yanaydılar değil mi?
Hasan Fehmi, Ahmet Samim ve Zeki Bey adlı gazetecileri
İttihatçı fedaileri “cemiyeti eleştirdikleri için” öldürmedi mi? “Serbestçi” Gazetesinin
yazarı Hasan Fehmi, Meşrutiyet’in ilanından sonra iktidara gelen İttihatçıların
yolsuzluklarını yazdığı için, İzmir suikastını da tertipleyenlerden olduğu öne sürülen
ünlü İttihatçı Şükrü Bey’in emriyle vurulmadı mı? İttihatçıların “beceriksiz,
bilgisiz ve de türlü yolsuzluklara bulaştığını” gazetesi Sada-yı Millet’de
yazan Ahmet Samim, Haziran 1910’da Bahçekapı’da öldürülmedi mi? Zeki Bey ise,
İttihatçıların Maliye Nazırı Cavit Bey’le ilgili, yolsuzluklarını kanıtlayacak
belgeler ele geçirmişti, “Şehrar” gazetesinde bunları yayınlayınca 10 Temmuz
1911’de İttihatçı fedailerce delik deşik edildi; cesedi Bakırköy’de bulundu.
Kılıçdaroğlu Kemal Efendi’nin sözünü ettiği “basın özgürlüğü ilanının”üzerinden
sadece üç yıl geçmişti hepi topu!
Belki de Cumhuriyetle birlikte basın özgürlüğünün
filizlenip geliştiğini düşünüyordur Kemal efendi. Ne var ki, Halk Fırkası’nın
ilk yıllarında “basın özgürlüğü” lafta kalmıştır. Şeyh Said nedeniyle yürürlüğe
giren Takrir-i Sükun yasası ve İstiklal Mahkemeleri basını sindirmiş, devletin
ve yönetimin emirleri dışında tek kelimenin dahi yayınlanmasına izin
verilmemiştir. Dahası modernleşme tasarımının destekleyicileri olarak basına, “irtica,
komünizm, bölücülük” gibi tehditlerle devletin yanında yer alma konusunda
sürekli telkinler yapılmış, medyaya soluk aldırılmamıştır. Milli Şef döneminde
de basına sürekli aba altında sopa gösterilmiş, Çankaya’nın istekleri
doğrultusunda yazan abad olurken punduna getirip eleştiriye soyunan, rahmetli
Necip Fazıl gibi mahpus damlarında çürümüş.
Milli Şef döneminde tam tamına 108 gazete kapatılmıştır,
muhalif yayın yapıyor diye! Dile kolay yüz sekiz gazete! İlk kapatılan gazete
de Cumhuriyet’tir!
Dönemin gazetelerinden Vatan, Tan, Tasvir-i Efkar
kapattırılır birbiri ardına. Vatan 7 ay 24 gün, Cumhuriyet 5 ay 9 gün, Tan 2 ay
13 gün, Tasvir-i Efkar 3 ay kapılarına kilit asarlar! Cumhuriyet kapatılınca
Yunus Nadi Ankara Garında İnönü’yü karşılayanlar arasına karışır, derdini
anlatmaya çalışır. Aldığı yanıt çok anlamlıdır: “Siyasi yazı yazılmasına
müsaade edemem!!” Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi’yse buna çok sinirlenir ve “Perde
Arası” adlı kitabında, “Sorumsuz bir Cumhurbaşkanı nasıl olur da tıpkı Hitler
gibi, Mussolini gibi hareket edercesine uluorta bir arkadaşını payladı!” der.
Milli Şef salt siyasi yazı değil dini içerikli yazıları
da istemez. Matbuat Genel Müdür Yardımcısı İzzettin Nişbay eliyle 1945 yılında
bir genelge gönderilir bütün gazetelere:
“...dinden bahseden bazı yazı, mütalaa, ima ve temsillere
rastlanmaktadır... Dini mevzu üzerindeki gerek tarihi, gerek temsili, gerekse
mütalaa kabilinden olan her türlü makale, fıkra ve tefrikanın neşrinden kaçınılması...”
Ya işte böyle ağam. Daha yazacak çok şey var. Milli Şef
dönemi sonrasını da, Demokrat Partili yılları da, darbeler sırasında basının
başına gelenleri de ve eğer isterseniz bugünü de tartışırız tabi. Ama önce şunu
bir düşünün isterseniz.
Bugün yayınlanan ve salt Tayyip Bey’e sövmenin, hükümeti en ağır biçimde eleştirmenin dışında hiçbir işlevi olmayan gazete televizyon ve radyolar yayınlarını sürdürebilirler miydi, örneğin sizin partinizin iktidar olduğu herhangi bir dönemde? Cevabını ben vermeyeyim siz verin lütfen...
(Meraklısına Not: Özgürlüğe Son Kurşun - Hıfzı Topuz;
Tek Parti Devri - Mustafa Armağan vb.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder