Yorum - Sürur Öztürk
Merhum Abbas Sayar’ın o meşhur “Yozgat Var, Yozgatlı Yok” isimli kitabında, Yozgat’a gerek kendi tercihleri ile yerleşmiş gerekse mecburî ikamete tabi tutuldukları için bir süre Yozgat’ta yaşamış olan gayrimüslimlerin, Yozgat’ı ve Yozgatlıları ne kadar çok sevmiş olduklarını okuduğumda, Yozgat’ın tarihine olan ilgim daha da artmıştı. Alman kadınların, Yozgat’tan ayrılırken Yozgatlı kadınlara sarılıp ağlaştıklarına dair kayıtlar, ne kadar da önemliydi.
‘Yozgat Belediyesi, biraz ufkunu geniş tutsa, sırf geçmişteki bu ilişkiler sebebiyle bile Yozgat ile Almanya arasında bir dostluk köprüsü kurabilir’ diye düşünmüştüm.
‘Gerek Ermeniler ve Rumlarla 1915 yılına kadar devam eden kaynaşmışlık, gerekse Almanlar, Bulgarlar gibi Yozgat’ta yaşamış olan yabancılara karşı gösterilen Yozgat misafirperverliği, özenle hazırlanmış çalışmalarla Türkiye’ye ve dünyaya iyi bir şekilde anlatılabilecek olsa, Yozgat, o muhteşem hoşgörüsüyle uluslar arası alanda özel bir yere sahip olabilir’ diye düşünüyorum.
Yozgat’ın tarihindeki Türk – Ermeni ilişkilerine dair bilimsel araştırmaları okudukça içim sızlar. Bu kadar kaynaşmış, bu kadar dayanışma hâlindeki iki toplumun, özellikle İngilizlerin kışkırtmaları sonucu bir dönem kan dökecek kadar birbirlerine düşman hâle gelmiş olmalarını bir türlü kabullenemem.
4 ciltlik eser
Erciyes Üniversitesi tarafından düzenlenen “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk Ermeni İlişkileri Örneği” konulu 1. Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu’nda bilim adamlarının sunduğu tebliğler, 2007 yılında “Hoşgörü Toplumunda Ermeniler” ismiyle 4 cilt hâlinde yayınlanmış.
Prof. Dr. Metin Hülagü, Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz, Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci ve Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan tarafından hazırlanan bu dev eserin dördüncü cildinde, Bozok Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca’nın, Doçentlik döneminde söz konusu sempozyumda sunduğu tebliği ile karşılaşınca, yazdıklarını ilgi ve heyecanla okudum.
Sayın Karaca’nın son derece önemli tespitlerle dolu tebliğini sizlerin de okuyabilmeniz için, sözünü ettiğim kitaptan yazıya geçirdim. İngilizler iki toplumu birbirine düşürene kadar, bakın Yozgat halkı ile Ermeni vatandaşlarımızın ilişkileri nasıl da etle tırnak gibiymiş:
Osmanlı Toplumunda Yaşama Sanatına Bir Örnek: Yozgat’ta Türk ve Ermeniler Arasında Toplumsal Etkileşim ve Dayanışma Örnekleri
Özet
Yozgat şehri, Çapanoğulları’nın çeşitli etnik kökenden insanların bölgeye getirilmesiyle 18. Yüzyıl başlarında oluşturulmuş bir şehirdir. Bu açıdan, şehirdeki Türk ve Ermeni toplumlarının sosyo-kültürel etkileşimleri, toplumsal yaşantıdaki değişimlerini tespit etmek, Osmanlı şehrinde sergilenen birlikte yaşama sanatına mikro bir yaklaşım olacaktır.
Yozgat, Orta Anadolu’da Türk ve Ermeni nüfusun yoğun olarak yaşadıkları yerlerden biridir. Çeşitli bölgelerden iç göç yolu ile şehirde bir araya gelen ve iki farklı toplum oluşturan Türkler ve Ermeniler, farklılıklarına rağmen bir arada yaşayabilecekleri bir alan oluşturmayı başarabilmişlerdir. Siyasal olayların ortaya çıkardığı etkiler dışarıda bırakıldığı taktirde, şehirde her iki kesim büyük bir zaman dilimini birlikte huzur içerisinde geçirmişlerdir.
Bu tebliğde; iki farklı toplumun yaşantı alanları, aile yapıları, toplumsal ve kültürel anlamda etkileşimleri, komşuluk ilişkileri ve özellikle çeşitli doğal afetler ve sıkıntılar karşısında sergiledikleri yardımlaşma tavırları belgelerle tespit edilmeye çalışılacaktır.
Giriş
Yozgat şehri, Türk-Ermeni ilişkileri ve Ermeni isyanları açısından özellikle incelenmeye tabi tutulması gereken bir bölgedir. Çünkü buradaki Ermeni nüfusunun oluşumu tamamen memnuniyet esasında bağlı kalmıştır. Şehirde Ermenilere karşı gösterilen hoşgörünün bir sonucu olarak 1800’lü yılların başında henüz 1000 kişi olan Ermeni nüfusu, 1914 yılı sayımlarına göre 13.736 kişiye ulaşmıştır. Bu da göstermektedir ki, Ermeniler şehirden göç etmeyi değil sürekliliği olan bir şekilde çok değişik bölgelerden Yozgat’a gelerek yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Nitekim Yozgat’a gelen Charles Texier, Poujoulat, Kinnier, Cuinet, Perrot gibi birçok seyyah, şehirdeki Ermenilerin rahat yaşantıları ve zenginliklerine dair bilgiler vermişlerdir. Şehirde olabildiğince varsıl bir şekilde yaşayan Ermenilerin Türklerle toplumsal ilişkisi ve dayanışmaya yönelik tavırları bu tebliğin konusunu oluşturmaktadır.
1- Toplumsal Etkileşim
Osmanlı döneminde dinî gruplar cemaat ya da millet olarak adlandırılmışlardır. Toplumsal etkileşimden kasıt ise, Osmanlı dönemi tabiriyle bir cemaatin yaşam tarzının diğeri üzerindeki etkisidir. Bu etkinin ne şekilde olduğu şehre ait şer’iye sicilleri ve seyyahların hatıralarından tespit edilebilmektedir.
a- Aile yaşantısı ve örf - adetler
Şehre gelen seyyahların üzerinde durdukları en önemli konu, her iki cemaatin yaşam tarzlarının örf ve adetlerinin birbirlerine olan yakınlığı olmuştur. Bu açıdan verilebilecek ilk örnek, her iki cemaatin aile yaşantılarının muhafazakârlık açısından birbirlerine yakın olmasıdır. Fred Burnapy, diğer şehirlerde yaşayan Ermeni kadınlarının dış dünya ile bağlantılarının çok rahat olduğunu fakat Yozgat Ermenilerinin aile yaşantılarının Müslüman Türk etkisiyle muhafazakâr bir şekle büründüğünü belirtiyor.
Başka bir seyyah ve araştırmacı olan Charles Texier, Ermeni ve Türk aile yapısının ortak yönlerinden bahsediyor. Texier’in belirttiğine göre, her iki toplumda da aile içi yaşantı benzerlik göstermekte ve kadınlar kocalarına karşı aşırı hürmetkâr davranmaktadırlar. Aile reisine duyulan hürmetten dolayı her iki toplumda da kadınlar kocalarıyla aynı sofrada yemek yemezler, oğullar da aynı şekilde babalarına karşı Türk geleneklerine göre davranırlar ve babalarının yanında asla çubuk içmezler. Texier’in bu benzerliklere değindikten sonra esas vurgusunu her iki toplumun birbirleriyle asla kavga etmeden geçinmelerine getirir ve ahalinin beşerî ilişkilerinin hüsn-i münasebet üzere olduğundan bahseder.
İki toplumun aile yaşantısında etkin unsurun Türk örf ve gelenekleri olduğu, her iki seyyahın da ortak tespitidir. Bu tespit, başka bir belge ile de kuvvetlendirilebilir. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri kayıtlarında tespit ettiğimiz belgede; Ermeni cemaati kiliselerinde iki bölüm olduğunu ve kadınlara ait olan bölümün tamire ihtiyacından bahsederek bunun için izin istemektedirler ki, belge, kilisenin haremlik ve selâmlık olarak yapıldığını göstermektedir.
Diğer taraftan, Ermeni dinî inançlarının yaşantı tarzları üzerindeki etkileri tamamen kaybolmamıştır. Kendilerini Avrupa’ya daha yakın hisseden Ermeniler, yemeklerini masa üzerinde yerlerken, Müslümanlar yerde yemeye devam etmektedirler.
Sosyal ilişkilerde gözlenen etkilerden en dikkat çekenlerden biri de, Ermenilerin şarap üreticiliği ve sofralarında şarap bulundurmalarının Müslümanlar tarafından hoş görülmesi, hatta bağcılığın Müslümanlar arasında da çok yaygın olmasıydı. Her ne kadar Müslümanlar şarap içmiyorlarsa da, Hıristiyan misafirleriyle aynı masada bulunduklarında ve onları ağırladıklarında ikram etmek için evlerinde şarap bulundurabiliyorlardı. Bu da Hıristiyanların Türk cemaati üzerindeki etkisinden kaynaklanıyor olmalıdır.
b- Mimarî yapılar ve binalar
Toplumsal etki açısından düşünüldüğünde her iki toplumun ortak kültürel değerlerini yansıtan en önemli ögelerden biri, hiç şüphesiz ki mimarî yapılardır. Seyyahlara göre Yozgat mimarî yapıları ve özellikle evlerinin görüntüsü açısından tam bir Avrupa şehrine benzemektedir. Evlerin Müslüman ve Hıristiyanlara ait olanları tamamen aynıdır. Yapı olarak birbirlerinden farkları yoktur. Bu evlerin hemen tamamı iki katlı, geniş bahçeli ve kiremit çatılıdır.
İbadethaneler hariç olmak üzere, diğer mekânların biçimlendirilmelerinde de Avrupa etkisi gözlenmektedir. Yozgat’ın tamamında görülen ev tiplerinde daha ziyade geleneksel Türk ev planlarının kullanıldığı görülmektedir. Bunlar İç Sofalı, Dört Eyvanlı, Köşe Odalı plan tipleridir. Evlerin Türk tipinde fakat iç süslemelerinin batı tarzı resimlerle yapılmış olması, şehirdeki Ermenilerin etkilerinden kaynaklanıyor olmalıdır. Bunun en somut örneği, seyyahların hiçbir şehirde göremediklerini söyledikleri Büyük Çarşı idi. İki katlı ve bir yüzü boydan boya camlı olarak yapılmış bu çarşı, tam anlamı ile bir şaheser görüntüsünde idi.
Sosyal yaşantının önemli mekânlarından biri de hamamlardır. Osmanlı toplumunda Hıristiyanlar ile Müslümanların ayrı hamamları bulunmaktadır. Yozgat’taki uygulama biraz farklıdır. Hıristiyan ve Müslüman hamamları ortaktır. Şehre 1837 yılında gelen Hamilton’un ifadelerine göre, hamamlar şehirdeki sosyal yaşantının en renkli ve eğlenceli kısımlarını oluşturuyordu. Bu sebeple hamamlar, muhteşem güzellikte binalar olarak yapılıyorlardı.
Hamilton’un verdiği hamam örneğinde dikkat çeken nokta, iki farklı cemaatin, hamamı eğlence mekânı olarak kullanması ve birbirlerini dışlamamalarıdır.
Binaların süslemeleri ve iç dekorasyonları Ermeni sanatçılara aitti. Konaklar resimlerle süsleniyordu. Hatta Türkiye’de çok nadir olan içi resimli camilerden biri Başçavuş Camii, 1800 – 1801 yılında Yozgat’ta yapılmıştır. Caminin iç duvarları manzara ağırlıklı resimlerle süslenmiştir. Aynı şekilde Çapanoğlu Camii’nin dış mahfili de resimlerle süslenmiş bir şekilde yapılmıştır. Cami içinin süslenmesi hiç şüphesiz ki, şehirde yaşayan Ermeni sanatçılarının Müslüman toplum üzerindeki etkilerinden kaynaklanmaktadır.
c- Giysiler
Toplumlar arası ilişkilerde üzerinde durulması gereken diğer bir husus, giysilerdir. Yine seyyahlar tarafından tespit edildiğine göre, Ermeni kadınları ile Müslüman kadınların giyimleri arasında pek fark bulunmamaktadır. Kadınların tercih ettiği en meşhur giysi Salta marka elbiseydi. Venedik’ten getirilmiş olan ve kadifeden yapılmış olan bir çeşit hırkadır. Bu elbisenin yakası ve kolları ipeklerle süslenirdi. Bu elbise Yozgat’ın zengin Müslüman, Ermeni ve Rum kadınları arasında rağbetteydi. Daha düşük gelirlere sahip olanlar da entari, fistan, maşlah, fermaniye, ferace türlerini giyerlerdi.
Erkeklere gelince, onlar da genellikle setre giymektedirler. Diğer elbiseler şalvar, ceket, cepken, cemedan, palto, sako, aba, erkek saltasıdır. Şehrin soğuk iklime sahip olması, ayrıca kürk giysilerin bol miktarda kullanılmasına yol açmıştır. Cenova, Rumeli, kuzu, nafe gibi çeşitleri kullanılmıştır.
Her iki toplumun da giysilerinde belirgin bir ayırım göze çarpmamaktadır. Zenginliklerine göre giysinin kalitesi şekillenmektedir.
d- İsimler ve lakaplar
Sosyal ilişkilerin diğer bir boyutunu da isimler ve lâkaplar oluşturmaktadır. Ermenilerin Müslüman çoğunlukta bir toplumda yaşamaları, onların kullandıkları isimlerde belirgin değişmelerin olduğunu göstermektedir. Kadınlara konulan Müslüman isimler; Sultan, İpek, Maviş, Gülkız, Melek, Güllü, Yosma, Elmas gibi isimlerdir. Erkeklere konulan isimler ise; Arslan, Ayvaz, Ateş, Burak, Bahadır, Civelek, Hacı, Hıdır, İskender, Kaplan, Murat, Rüstem vs. isimlerdir. Bu isimlerden başka, özellikle erkeklere lâkaplar da takılmıştır. Bunlar; Balta, Bakla, İnce, Kara, Kişi, Kâhya, Kafadar, Kalfa, Ölmez, Şişman, Kocaoğlan, Körpe vs. lâkaplardır.
e- Mahalleler
Yozgat’ta iki farklı cemaat olarak yaşayan Türk ve Ermenilerin yaşama alanları olan mahalleler de iç içe geçmiş durumdadır. 1844 yılına ait temettuat defterlerine göre Yozgat’taki mahallelerin büyük oranda karma bir yapıya sahip olduğu tespit edilmektedir. Medrese (123 hane), Taşköprü (260 hane), Mutafoğlu (148 hane) Çatak (267 hane) ve Nohutlu mahalleleri yalnızca Müslüman nüfustan oluşmaktadır.
Tekye (250 Müslüman 199 Ermeni hanesi), İstanbulluoğlu (130 Müslüman 63 Ermeni ve 48 Rum hanesi), Köseoğlu (108 Müslüman 238 Ermeni hanesi), Tuzkaya (68 Müslüman 186 Ermeni) mahalleleri karma yapıdadır.
Bu karma yapı, Yozgat’taki iki farklı unsurun iç içe yaşadığını ve komşuluk ilişkilerini devam ettirdiğini göstermektedir ki, bu ilişkilerin mal ortaklığına kadar gitmesi de birbirlerine olan güvenlerini göstermektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan vukuat raporları ve şer’iye sicillerindeki kayıtlar dikkate alındığında, her iki kesimin birbirlerine karşı işledikleri suç miktarının yok denecek kadar az olduğu görülebilir. Nitekim 1882 – 1887 yıllarına ait olan 2 numaralı şer’iye sicilindeki kayıtta bir yaralama hadisesi görülmektedir. Bu defterdeki kayıtlarda, her iki toplumun birbirlerine mahkemelerde vekillik yaptıkları da tespit edilebilmektedir.
George Perrot, iki toplum arasındaki ilişkilerin bir değerlendirmesini yaparken, Yozgatlı Hacı Ohannes’in Müslüman arkadaşlarından bahsetmektedir. Ohannes’in yalnızca şehir merkezinde değil, çevre köylerde de birçok arkadaşı vardır ve bunlar şehre geldiklerinde kendisini ziyaret etmeden ayrılmamaktadırlar.
Yukarıda belirttiğimiz örnekler doğrultusunda Yozgat şehrinde Türk ve Ermenilere dair bir toplumsal etkileşim betimlemesi yapılacak olursa, denilebilir ki; her iki toplum da etkin özellikleri doğrultusunda diğerini etkilemişlerdir. Türklerin Ermenileri aile, örf, gelenek ve yaşam tarzı açısından belirli bir etkide bıraktığı, Ermenilerin de Müslüman Türkleri sanat ve mimarî uygulamalarda etkilediği tespit edilebiliyor.
2- Toplumsal Dayanışma Örnekleri
Yozgat şehrinde ortaya çıkan görüntü, Müslümanlarla Hıristiyanların iyi komşuluk ilişkileri yaşadığını ortaya koymaktadır. Büyük toplumsal felâketlerde bu komşuluk ilişkilerinin dayanışmaya dönüştüğü olaylar da yaşanmıştır. Bu dayanışmaya dair vereceğimiz ilk olay 1874 yılına ait kıtlık felâketiyle ilgilidir.
1874 kıtlığında binlerce insan ve hayvan, açlıktan hayatını kaybetmiştir. Hamilton’a göre, bu kıtlık sırasında 100.000 baş sığır ve 150.000 insan ölmüştür. Bu kadar büyük bir kıtlığın ortaya çıkardığı tahribatın önüne zamanında geçemeyen hükümet, Anadolu’nun diğer illerinden hayırseverlerin yardım etmeleri konusunda gazetelere ilân vermişti. Hükümet, bu kıtlığı ancak halkın yardımları, diğer illerin gönderdiği ve İngiltere’den gönderilen yardımlarla biraz olsun hafifletebilmişti. Fakat bölgedeki etkileri uzun süre devam etmiş, kıtlık diğer yıllarda da çeşitli vesilelerle yaşanır olmuştu. İşte bu süreç içerisinde Ermeni zenginlerinden Papazyan Hamparsum, hükümetin talebi olmadığı halde, Keskin kazasındaki ihtiyacı karşılamak üzere karşılıksız olarak yardım ve hizmette bulunmuştu. Hamparsum’un bu davranışı karşısında hükümet onu taltif etmeye karar vermiş ve üçüncü dereceden nişan ile ödüllendirmişti.
Diğer bir dayanışma örneği, 1910 yılında Girit meclisinin Yunan kralı adına yemin etmesi üzerine yaşanmıştı. Olayı protesto etmek için Türkler ve Ermeniler büyük bir dayanışma içerisinde protesto mitingleri düzenlemişlerdi. Mitinge 20.000 Osmanlı vatandaşı katılarak hep bir ağızdan Osmanlılığa bağlılıklarını haykırmışlardı. Mitingde Kirkor ve Nersis adlarındaki iki Ermeni vatandaşın konuşmaları, iki cemaatin tek yumruk olduğunu gösteriyordu.
İyi komşuluk ilişkilerinin ve dayanışmanın belki de en anlamlı örneği, tehcirden dönen Ermenilere Müslümanların yaptığı yardım olmuştur. 1918 Ekimi’nde Ermenilerin geri dönüşleri için kararname çıkartıldığında binlerce Ermeni tekrar Yozgat’a dönmüştü. Hükümetin gerekli yardımı ilk hamlede yapmaması üzerine Ermeniler zor durumda kalmışlardı. İşte bu noktada Yozgatlı Müslüman komşuları devreye girerek yardım kampanyası başlatmışlar ve Ermenilerin iaşelerini temin etmeye çalışmışlardır.
Sonuç
1914 – 1918 yılları arasında korkunç olaylar oldu. Bu korkunç olaylar milyonlarca insanın ölümüne neden olan Birinci Dünya Savaşı’nın ta kendisiydi. 1915 yılında Türkler ve Ermeniler arasında da, yaşadıkları yüzlerce yıllık birlikteliğin en gergin ve olumsuz dönemi yaşandı. 1915’e götüren etkenler ve 1915’te nelerin olduğunun anlaşılması için, her iki toplumun yüzlerce yıllık birlikteliklerinin iyi değerlendirilmesi gerekir. 1915 yılı ya da Ermeni ihtilâl hareketlerine bağlı olaylar bir kenara bırakıldığında açıkça görülmektedir ki, Anadolu’nun en muhafazakâr şehirlerinde bile Ermenilere karşı bir husumet duygusu gelişmemiştir. Tam tersine her iki cemaat, çeşitli açılardan birbirleri üzerinde etkilerde bulunmuşlardır.
Bu şehirlerden biri olan Yozgat, iç göç yolu ile nüfusunu oluştururken, Çapanoğulları, uyguladıkları vergi muafiyeti ile Ermenilerin de bölgeye gelmesini sağladılar. 1878 yılına kadar şehre gelen bütün seyyahlar, Ermenilerle Türklerin uyumlu birlikteliğinden bahsetmişlerdir. Bu seyyahlar arasında, ön yargılarla ve propagandaların etkisiyle Anadolu’ya gelen ve Yozgat’ın durumunu inceleyen Fred Burnapy vardır. O da bölgeyi gezdikten sonra Avrupa’da yapılan propagandaların ne denli yalan ve utanmazlık eseri olduğunu hatıralarında bile dile getirmiştir.
Uzun süren barış dönemlerinde toplumlar arası uyum, batılı devletlerin müdahaleleriyle bozulmuştur. Bağımsızlık için mücadele eden Ermeniler kahraman, Türkler ise katil olarak tasvir edilmiştir. Yapılan propagandalarda Türklerin yüzlerce yıldır Ermenileri öldürmek için fırsat beklediği özellikle belirtilmiştir. Fakat şehir yaşantısına yönelik yapılan mikro çalışmalar, bu propagandaların ne denli büyük bir yalan üzerine kurulmuş olduğunu da ortaya koymaktadır. Türkler ve Ermeniler, yüzlerce yıllık düşmanlık içinde değil, iyi komşuluk ilişkileri içerisinde yaşamışlardır. Belgeler bunu göstermektedir.
(sururozturk@gmail.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder