Sürur Öztürk
“Merhaba Yozgat” gazetesi yazarı Soner Tümgan, yazılarını takip ettiğim birkaç yazardan birisidir. Kendisiyle şahsen tanışmıyoruz. Sadece geçen sene bir kere telefon görüşmemiz olmuştu, o kadar. Pek çok konuda farklı düşünüyoruz, düşüncelerimiz örtüşmüyor ama pek çok konuda da altına imzamı atabileceğim görüşleri kaleme alıyor. Ele aldığı konulara farklı bakış açılarıyla yaklaşan bu genç yazarın yazıları benim için değer taşıyor.
Soner’in, daha önceki bazı yazıları gibi “Siyasetçinin damından atlanmaz” başlıklı yazısına da hayran oldum.
Soner, yazısında özetle, sürekli birtakım mazeretlerin arkasına sığınan siyasetçilerle, gemileri karadan yürüterek adeta imkânsızı başaran Fatih Sultan Mehmed’in azmini ve çözüm üreten yaklaşım tarzını kıyaslıyor.
“Siyasi partiler Yozgat'ı seçimlerde fethediyor... Peki, neden hiçbir siyasi parti gönülleri fethedemiyor? Neden hep mazeretlerin arkasına sığınılıyor? Yozgat’ta her yıl duymaya alıştığımız “imkânlar”, acaba bir Fatih’in elinde olsaydı vaz mı geçerdi sevdasından? “Olmuyor” mu derdi? “Paramız bu kadar” mı derdi?.. Gemileri karadan yürütmek fikrini nasıl gerçekleştirirdi? Şimdi bu “imkânlar”, “imkânsızlıklar”, bir şehrin kaderi olmak zorunda mıdır?” diye soruyor.
Muhteşem bir bakış açısı. Dahası, bir buluş… 12’den vurmuş bence…
Yazısından anladığım kadarıyla Soner, “imkânsız” kavramını da sorguluyor aynı zamanda. Neye göre imkânsız, kime göre imkânsız? On beşinci yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmesi de pek çok kişi için imkânsızdı; ama Fatih, başkaları için “imkânsız” olanın kendisi için pekâlâ “mümkün” olduğunu gösterdi. Üstelik daha 21 yaşındayken… Peki neden? Çünkü İstanbul’u fethetmeyi gerçekten; bütün kalbiyle, beyninin her hücresiyle istiyordu. “Ya ben Bizans’ı alırım, ya Bizans beni” diyecek kadar büyük bir kararlılıkla istiyordu. Bu kadar samimiyetle istediği için o kadar azimli olabiliyor ve o kadar çok çalışabiliyordu.
Soner’in ifade ettiği gibi, gemilerin karadan yürütülerek İstanbul’un fethedilmesi nasıl “imkânsız” değildiyse, Yozgat’ın kalkınması da “imkânsız” değil. Yeter ki, bunu gerçekten istiyor olalım. “Gerçekten isteme”nin göstergesi ise, “imkânsız”ı “mümkün” kılacak çözümler üretebilmek için çalışmak. Çalışmıyorsak, istemiyoruz demektir.
Bu arada, Soner’in Fatih’ten bahsettiği yazısında “Peki, neden hiçbir siyasi parti gönülleri fethedemiyor?” sorusu, bana Fatih Sultan Mehmed’in şu sözünü hatırlattı.
“Hüner, bir şehir bünyâd itmekdür; reâyâ kalbin âbâd itmekdür”
Fatih, “Mârifet, bir şehir kurmaktır; halkın kalbini kazanmaktır; halkı memnun, mutlu etmektir” diyor. ‘Âbâd’ kelimesi ‘şen’ anlamına geldiği gibi aynı zamanda ‘mâmur’ yani ‘imar edilmiş’ anlamına geldiğine göre Fatih, “Marifet, bir şehri imar etmek kadar, gönülleri de imar etmektir” demiş ve “Gönüllerin mimarı olmak lâzım” tavsiyesinde bulunmuş oluyor.
Soner’in yazısında Fatih’ten yola çıkmış olması, bu bakımdan da isabetli olmuş.
Kendimi takdir makamında gördüğümden değil, güzel yazılar okuyunca heyecan duyan bir okuyucu olduğum için yazıyorum bunları.
Teşekkürler Soner. Eline sağlık…
(surur-ozturk@hotmail.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder