16 Haziran 2010 Çarşamba

Milliyetçilik millîleştirilmelidir – 1

Yorum – Sürur Öztürk

Askerlerimiz şehit oldukça AK Parti’nin oy kaybedeceğini düşünerek gizli gizli ve sinsi sinsi ellerini ovuşturacak kadar gözü dönmüş olan bu tilkiler, kümesten aşıracaklarını umdukları üç beş tavukla birkaç yumurtanın hesabını yaparken; PKK ile, birtakım aşiret reisleriyle, silah ve uyuşturucu kaçakçıları ile; daha da ötede Amerikan neo-con takımıyla, kan emici vahşi petrol devleriyle, İngiltere’nin tuzak kurucularıyla ve İsrail’in “aşırı sağcı” siyonist kanadıyla aynı safa düştüklerini bile fark etmezler

Dünyada hiçbir terör örgütü yoktur ki, arkasında en az 1 devletin desteği olmasın. Zaten, arkasında herhangi bir devletin desteği olmayan hiçbir terör örgütü güç kazanamaz, taraftar toplayamaz, silah temin edemez, istihbarat ve güvenlik engelini aşıp silahlı saldırıda bulunamaz.

Terör örgütleri, pek çok kişinin zannettiği gibi güç odaklarından bağımsız bir şekilde öyle birkaç kişinin bir araya gelip kurdukları ve zaman içinde kendi kendilerine büyüyüp güç kazanan örgütler değillerdir.

Terör örgütleri, devletlerin istihbarat teşkilatları tarafından ve birtakım siyasî sonuçlar elde etmek maksadıyla kurulur. O kadar ki, bazen birbirleriyle mücadele ediyormuş gibi gözüken terör örgütleri bile aslında aynı merkezler tarafından kurulmuştur…

Herhangi bir devletin bir başka devlete yönelik silahlı saldırısı uluslar arası hukuk açısından savaş sebebi sayılabileceği ya da en azından ağır yaptırımlara sebep olabileceği için, devletler, zayıflatmak istedikleri devletlere kendi resmî silahlı kuvvetleriyle değil, kurdukları terör örgütleriyle saldırırlar. Böylece, uluslar arası hukuk karşısında suçlu duruma düşmeden, silahlı saldırıları, kendilerine taşeronluk hizmeti veren terör örgütlerine yaptırırlar. Üstelik gerçek bir savaşa kıyasla oldukça düşük bir maliyetle…

Bu açıdan terörle mücadele, esasında pek çok görünmez cephede yürütülen, çok boyutlu bir mücadeledir… Ekonomi cephesinde, sosyal-kültürel cephede, askerî cephede, medya cephesinde ve aslında hepsini içine alan siyaset cephesinde…

Terör örgütlerinin eylemlerini gerçekleştirenler, mensubu oldukları örgütün hangi devlet tarafından kurulduğunu ve hangi siyasî hedefler için kullanıldığını bilmezler. Onlar, haksızlığa ve zulme uğramış bir halkın ya da ezilen bir grubun özgürlüğü için savaştıklarına inandırılmışlardır. Kendilerini, kendilerince kutsal kabul ettikleri bir ideal uğruna canlarını vermeye hazır “özgürlük savaşçıları” ve “mazlum kahramanlar” olarak görürler. Uğruna mücadele ettiklerini düşündükleri halka zulmedenlerle, mensubu oldukları örgütü kuranların aslında aynı güçler olduğundan habersiz olarak yaşarlar ve çoğu zaman da bunu öğrenemeden ölürler…

Devlet geleneğine sahip, köklü ve büyük devletler, bunları bütün ayrıntılarıyla bilirler. Bildikleri için de, heyecana kapılıp duygusal tepkilerle hareket etmezler ve soğukkanlı bir şekilde çok boyutlu stratejiler geliştirirler. Bilirler ki, nihaî aşamada terörün arkasında bir siyaset vardır ve o siyaset de ancak zekice uygulanan bir “karşı siyaset”le etkisiz hâle getirilebilir…

Terörle mücadelenin en zor tarafı da budur. Meselâ, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hükümeti ve ordusuyla mutabakat hâlinde, terörü etkisiz hâle getirmek için, bazı büyük devletlerin de desteğini alarak, “demokratik açılım” stratejisi ile bir karşı hamle yapmıştır. Buna karşılık terörün arkasındaki güçler de, “demokratik açılım”ı etkisiz hâle getirmek için, “açılım” hamlesini terörün tırmanmasının sebebi gibi gösterme stratejisini uygulamaya koymuşlardır.

Ulusal basında, açılıma karşı çıkan devletlerin büyükelçileri ve diplomatlarıyla bazen resepsiyonlarda bazen de özel buluşmalarla sık sık görüşen gazeteciler vardır. Elbette ki gazeteciler herkesle görüşebilirler ve onların görüşlerini yazılarına taşıyabilirler; fakat bu gazeteciler, kulaklarına fısıldanan ya da birer dosya hâlinde kendilerine teslim edilen yönlendirici bilgilere uygun olarak, sipariş üzerine “açılım” karşıtı yazılar kaleme alırlar.

Bir de, hiç böyle ilişkileri olmayan; bırakınız yabancı büyükelçileri ya da diplomatları, yabancı turistlerle bile konuşma imkânı olmayan, ancak ulusal basındaki yazılardan etkilenip iştahla bilgisayarın başına geçen “vatansever” gazeteciler (!) vardır…

Ortalıkta, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin elini zayıflatmak için kullanılmaya müsait o kadar çok sazan vardır ki, hemen oltaya takılıverirler: Son günlerde terör saldırılarındaki tırmanışın sebebinin “demokratik açılım” olduğunu zannederler ve etraftan duyduğu sesleri taklit eden idrak yoksunu bir papağan gibi bunu tekrarlayıp dururlar…

Bütün iddialarını “AK Parti düşmanlığı” üzerine inşa ettikleri için, dışarıdan gelen saldırıların, AK Parti Hükümeti’nin ötesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni hedef aldığını fark etmezler.

Askerlerimiz şehit oldukça AK Parti’nin oy kaybedeceğini düşünerek gizli gizli ve sinsi sinsi ellerini ovuşturacak kadar gözü dönmüş olan bu tilkiler, kümesten aşıracaklarını umdukları üç beş tavukla birkaç yumurtanın hesabını yaparken; PKK ile, birtakım aşiret reisleriyle, silah ve uyuşturucu kaçakçıları ile; daha da ötede Amerikan neo-con’larıyla, kan emici vahşi petrol devleriyle, İngiltere’nin tuzak kurucularıyla ve İsrail’in “aşırı sağcı” siyonist kanadıyla aynı safa düştüklerini bile fark etmezler…

Milliyetçiliği vatanseverlik olarak algılayanlara ve bu vatanı gerçekten, samimiyetle seven, hakikati aramanın peşine düşen; ancak çeşitli sebeplerle yanılgıya düşenlere saygısızlık edecek değiliz. Beynimiz ve gönlümüz, onların duygularına yabancı değil…

Ancak, bahsettiğimiz tiplerin milliyetçilikleri ve vatanseverlikleri de gayrimillîdir, göstermeliktir, menfaat odaklıdır. Onlar, küçük, çok küçük ve tamamen şahsî hesapların adamıdırlar. Hiçbir davaları yoktur; gündelik menfaatleri neredeyse o gün oradadırlar. Dertleri, “Ah şu hükümet bir düşse de, bunca muhalefetimin karşılığı olarak daha iyi yerlere getirilsem” hayalinden ibarettir. Türkiye’nin ne hâle geleceği ne kendilerinin umurundadır, ne de onların sırtını sıvazlayıp gaz verenlerin…

Fakat, küçük hesapların peşinde koşanlar, büyük yenilgilere mahkûmdurlar…

Devam edeceğiz…

(surur-ozturk@hotmail.com)