1 Mayıs 2013 Çarşamba

Taşgetiren: Makul olmayan gelişmelere alışmışız, makul olanları kabullenmekte zorlanıyoruz

Ortak endişe: PKK'ya ne verildi?
İç Anadolu Bölgesi Akil İnsanlar Heyeti’nin Yozgat toplantısı, Türkiye’nin ilk millî parkı olan Çamlık Millî Parkı’ndaki Galata Çamlık Otel’de yapıldı.

Heyet Başkanı Ahmet Taşgetiren’in açış konuşmasının ardından toplantıya davet edilen sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri heyete sorular sordular, çözüm sürecine dair endişelerini dile getirdiler. Katılımcıların ortak endişesinin, hükümetin,  terörün sona erdirilmesi karşılığında terör örgütü PKK’ya birtakım gizli tavizler verdiği endişesi olduğu ortaya çıktı. Heyet üyeleri ise, hiçbir bilginin gizli kalmadığı bir dönemde, seçim öncesi hiçbir hükümetin halkın onaylamayacağı bir adım atamayacağını belirterek, böyle bir ihtimalden söz edilemeyeceğini ifade ettiler.

Gazeteci Bekir Çaylak’ın, protestocu gruptan bir heyete de söz hakkı tanınması gerektiğini dile getirmesi üzerine Taşgetiren, ‘Toplantının düzenini bozmayacaklarına kefil oluyorsanız getirin’ dedi.

Taşgetiren, toplantının ikinci bölümünde de kendisinin Kahramanmaraşlı olduğunu, Rıdvan Hoca ve Sütçü İmam hikâyeleriyle, İstiklâl Marşı ile büyüdüğünü belirterek, Akil İnsanlar Heyeti’nin toplantılarında salonda protesto amacıyla kendilerine karşı İstiklâl Marşı okunmasının kanına dokunduğunu dile getirdi. Taşgetiren, “İstiklâl Marşı bunun için değildir. Fransa’ya karşı okuyalım İstiklâl Marşı’nı” dedi.

Yozgat’ı dinlemeye geldik

Heyete başkanlık eden Gazeteci Ahmet Taşgetiren, toplantının açılışında yaptığı konuşmada, 30 yıldır memleketin başına musallat olmuş olan terör meselesinin önemi konusunda kimsenin şüphesi olmadığını belirtti. Taşgetiren, “Giden canların yanında ekonomik kayıpları hesaba katmak insanın içinden gelmiyor ama onu da düşünmek lâzım. Terörle mücadeleye 400 milyar Dolarlık bir kaynak aktarmışız 30 yıl içerisinde. Bu, aşağı yukarı yılda 10 milyar Dolara tekabül ediyor. ‘Bunlar, bizim gençlerimize iş olsun, aş olsun, okul olsun, hastane olsun’ gibi düşünülemez mi? Tabii ki düşünülebilir. Yani ‘bu problem bitsin, dert bitsin’ noktasında kimsenin şüphesi olmamalı” diye konuştu.

‘Çözüm süreci’nin ana mantığının bu derdi bitirmek olduğundan şüphesi olmadığını ifade eden Taşgetiren, 4 aydan beri dağlarda çatışma olmadığını, karakolların basılmadığını, evlere gençlerin cenazelerinin gelmediğini vurguladı. İç Anadolu şehirlerinde yaptıkları ziyaretlerde vatandaşların kendilerine dile getirdikleri görüşlerden örnekler veren Taşgetiren, şunları söyledi:

“Annelerin, ‘keşke 6 ay önce olsaydı da benim evlâdım ölmeseydi’ dediklerine tanık olduk. Eskişehir’de bir şehit annesini ziyaret ettik. 10 yıl kadar önce şehit olmuş Çukurca’da, oğlu. ‘Keşke 10 yıl önce böyle bir şey başarılsaydı da benim evlâdım şehit olmasaydı’ dedi. Hakikaten, şöyle bir baktığımızda, 10 yıl önce böyle bir ‘barış’ diyelim, gerçekleşseydi, acaba kaç bin gencimizin hayatı kurtulurdu? Kaç bin eve kor düşmezdi? Bunları hakikaten üst üste koyduğumuzda bu iş bitsin, bitsin. Hükümet, bir çalışma yürütüyor. Uluslar arası planda bir çalışma yürütüyor. Güvenlik kuvvetlerinin yürüttüğü çalışma çerçevesinde bir gayret yürütüyor ve bir de toplum zemininde bir gayret yürütüyor. Duyguların tamiri… Hakikaten 30 yılda çok acı çekildi bu ülkede. Çok duygularda tahribatlar oldu. Bu duyguların tamiri…”

Bu süreçte ülkenin doğusunda ve batısında kaygıların da oluştuğunu ifade eden Taşgetiren, “Doğu’ya gidiyorsunuz, ‘Biz dağa çıkmıştık. Şu şu şu… Çiçek toplamaya çıkmamıştık. Şimdi niye silah bırakıyoruz ki? Niye çekiliyoruz?’ Orada o soruluyor, bu tarafta da ‘Bunlar 30 yıldan beri dağda mücadele ediyorlardı, şimdi niye bıraktılar ki?’ (diye soruluyor.) Yani her birimiz bir gerekçe arıyoruz. Çatışma, ölüm ortamına ülke olarak çok alışmışız” dedi. Şehit ailelerinin ise ‘Biz yandık, başkası yanmasın’ yaklaşımı içerisinde olduklarını ifade eden Taşgetiren, “Aslında alışmadık ama işte böyle oluverince de, bir süreç başlayıverince de, her şey makulün dışında geliştiği için, makul olanı bile gündemimize almakta zorlanıyoruz. Ama bir süreç başladı. Bu 4 ay, 4 yıl olsun, 40 yıl olsun ve bir daha memleketimizde böyle insanlarımız ‘Sen şu ırktansın, ben şundanım’ ya da ne bileyim ‘Ben Türkiye’de şöyle bir statü istiyorum’ gibi sebeplerle dağa çıkmasın, silah kullanmasın birbirine karşı. Evlere genç cenazesi gelmesin” diye konuştu.

Problemlerin bitmeyeceğini ancak bu problemlerin özgür bir ortamda dile getirilerek ortak çözümler üretilebileceğini ifade eden Taşgetiren, “Ben, toplumumuzun bu manâda da makulde birleşeceğine inanıyorum” dedi.

Taşgetiren, Sistem sancısının, toplumun çok farklı kesimlerinin mağdur olmasına yol açtığını belirterek, ülkede bir sistem tamirine ihtiyaç olduğunu söyledi. Yeni Anayasa çalışmalarının bu bakımdan taşıdığı öneme dikkat çeken Taşgetiren, devlet-toplum ilişkilerinin toplumun tamamını tatmin edecek bir noktaya gelmesi gerektiğini ifade etti. Taşgetiren, “Böyle bir ortam hâsıl edilebilir mi? Edilebilir. Bunun imkânları açılıyor. Türkiye’nin düşünce özgürlüğü alanı genişliyor” dedi.

Çözüm sürecinde dile getirilen “PKK’ya ne verildi?” şeklindeki soruya da temas eden Taşgetiren, sözlerine şöyle devam etti:

“Ne verildi? Biz bir şey verildiğini düşünmüyoruz ama konuşabiliriz. Türkiye’de, benim şahsî görüşüm, hiçbir iktidar, milletin onaylamayacağı bir şeyi, herhangi bir kişiye, gruba, devlete, şuna buna veremez; çünkü yarın herkes sandığa gelecek ve orada insanlar, iktidarın diyelim ki 4 yılına not verecek. Her 4 yılda bir insanlar sandığa gelmek zorunda. Kendini anlatmak zorunda. ‘Ben sana inanmıyorum’ diyebilme hakkımız var. Onun için, konuşacağımız bir zemin hazırlayalım. Her birimiz, yazılar yazan, düşüncelerini ifade eden, iktidarın katılmadığımız birtakım davranışlarını hâlâ eleştiren insanlarız. Hiçbirimiz bir yere angaje değiliz. Biz kendi düşüncelerimizi paylaşacağız, sizleri dinleyeceğiz. Her türlü çözüm önerileriniz, ‘Ya bu süreç şöyle gelişirse daha iyi olur…’ ‘Başbakan bunu istiyor’ Bu heyete böyle bir şey de denmiyor. ‘Ulaşın insanlarımıza’ (deniyor). Biz, iktidarla bire bir bağlantılı bir grup değiliz. Biz, sivil bir heyetiz. Bizden bunu istemeleri de iyi bir şey. Onun için kaygıları tespit etmeye çalışıyoruz, hassasiyetleri tespit etmeye çalışıyoruz, çözüm tekliflerini tespit etmeye çalışıyoruz ve son derece rahat bir konuşma ortamı olsun istiyoruz. Bu ortamlara, aziz dostlarım, çok farklı düşünceden insanlarımızın katılmasını tercih ediyoruz. Yani, en aykırı söz, bu ortamda söylenebilir. Bir tek şey istemedik bu güne kadar; toplantıların sabote edilmesini istemedik. Bir kişinin, bütün salonun düşünce özgürlüğünü ortadan kaldırmasını istemedik. Bunları yaşadık ama. Haydi bizim düşünce özgürlüğümüz bir yana, salonda başkalarının düşünce özgürlüğü de var yani. Onların konuşma hakkının ortadan kaldırıldığı zamanlara rastladık. Mikrofonu eline geçiriyor, ondan sonra saatlerce konuşmak istiyor. Bu ortam, o ortam değil. Biz, burada bir iletişim ortamı olsun istiyoruz. Yani birbirimizi dinleyelim, konuşalım. Herkes farklı düşüncelerini ifade etsin istiyoruz.”

Heyet Başkanı Ahmet Taşgetiren, konuşmasının sonunda, katılımcıların sorularına ve değerlendirmelerine geçileceğini belirterek, “Yozgat’ı dinlemek için geldik. Lûtfedip geldiniz, tekrar teşekkür ediyoruz hepinize ve sözü size bırakıyoruz efendim” dedi.

Ardından, söz almak isteyen katılımcıların isimleri ve unvanları kaydedildi. Katılımcılara ortalama 3 dakika süre verildi ancak çoğu konuşmacı bu süreyi aştı.

İlk söz alan Yozgat Barosu Başkanı Avukat Hacı İbiş, Akil İnsanlar Heyeti’nin çalışmalarını gönülden desteklediklerini, sürecin sonucunun Türkiye’nin lehine olacağına inandıklarını söyledi.

Yozgat Ziraat Odası Başkanı İsmail Açıkgöz de, Türk bayrağının kolay kazanılmadığını, uğruna binlerce şehit verildiğini ifade ederek başladığı konuşmasında, Türkiye’deki meselenin ‘Kürt meselesi’ olmadığını söyledi. Millî hasıladan Doğu illerine ayrılan payın Yozgat’a ayrılan paydan çok daha fazla olduğunu belirten Açıkgöz, “Biz 430 bin Lira ile yetiniyorsak, dağa çıkmıyorsak, onların da böyle bir hakkı olduğunu düşünmüyorum” dedi. Açıkgöz, barışa karşı olmadıklarını ancak ‘İmralı canisinden icazet alınmasının zoruna gittiğini’ söyledi.

Ruhi Bacanlı:
Bu şekilde bir anlaşmayla barış gelmez

"Yozgat'ta MHP'yi Kürtlerle kurdum"
“Yozgat Haber” gazetesinin İmtiyaz Sahibi Avukat Ruhi Bacanlı ise, ‘çözüm süreci’nin nasıl işleyeceğine dair ortada bir proje olmadığını, sürecin, iki tarafın karşılıklı söylemleri ile yürüdüğünü ileri sürdü. Abdullah Öcalan’ın ‘Anlaşmaların gereği yapılmazsa 50 bin kişiyle yeniden ayaklanma olur’ dediğini, Murat Karayılan’ın da Öcalan serbest bırakılmadığı müddetçe silah bırakmayacaklarını söylediğini hatırlatan Bacanlı, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden çok sayıda gencin eğitim görmek için PKK kamplarına gitmekte olduğunu ileri sürerek, “Bu şekilde bir anlaşmayla barış gelmez efendim” dedi. Sürecin, bir Kürt devletinin temelini atmaya yönelik hazırlıklar olduğunu düşündüğünü dile getiren Bacanlı, Yozgat’ta ülkücü teşkilatı ilk kuran kişi olduğunu belirttikten sonra, “Ben burada Milliyetçi Hareket Partisi’ni Kürtlerle kurdum. Hiçbir şekilde aramızda Kürt-Türk problemi olmadı” dedi.

Abdullah Meşeli:
Birbirimizi yeterince tanımıyoruz

Daha sonra söz alan Memur-Sen Yozgat Temsilcisi Abdullah Meşeli de, Güneydoğu Anadolu illerindeki vatandaşların kendilerinden farklı düşünmedikleri halde, ayrışmayı körükleyen bir dil kullanılarak Batıya yanlış anlatıldığını belirterek, “Birbirimizi yeterince tanımıyoruz” dedi. Kürtler arasında bölünmek isteyenlerin oranının çok düşük olduğunu belirten Meşeli, terör meselesine mutlaka bir çözüm bulunması gerektiğini, hükümetin de bu siyasî iradeyi ortaya koyduğunu söyledi. Meşeli, “Buna birilerinin sahip çıkması lâzım” dedi. PKK’nın bazı devletler tarafından kullanıldığına işaret eden Meşeli, devletin çözüm sürecinde PKK’yı bu devletlerin kontrolünden çıkarması gerektiğini dile getirdi. Gerçekten ‘büyük devlet’ olabilmek için Türkiye ekonomisinin dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer alması gerektiğini ifade eden Meşeli, “Zihniyetimizi değiştirelim, büyük düşünelim” tavsiyesinde bulundu. Meşeli, devletin, suça karışmış olan PKK mensuplarını affetmemesi gerektiğini de kaydetti.
Diyanet-Sen Yozgat Şubesi Başkanı Hamza Berker ise, Türklerle Kürtler arasındaki ön yargıların yıkılması ve çözüm sürecine katkıda bulunmak için Doğu’da yaşayan vatandaşları Yozgat’ta misafir etmeyi düşündüklerini belirterek, bu projeleri için heyetten destek istedi.

İsmail Arslan Yiğit:
Bir şey verilmediyse PKK’lılar niye bayram ediyor?

Atatürkçü Düşünce Derneği Yozgat Şubesi Başkanı İsmail Arslan Yiğit de, kendisinin bir Alevi aşiretinin mensubu olduğunu belirttiği konuşmasında, salonda bulunan herkesin barış istediğini ancak bazı tereddütleri olduğunu söyledi. PKK mensuplarının çözüm sürecini bayram edercesine karşılamalarının kendilerinde şüpheler uyandırdığını ifade eden Yiğit, Öcalan’a özgürlük taleplerinden endişe duyduklarını dile getirdi.

Faik Eroğlu:
En büyük soru, ‘PKK’ya ne verildi’ sorusu

Sağlık-Sen Yozgat Şubesi Başkanı Faik Eroğlu da, beraber askere gittikleri amcasının oğlunun Diyarbakır’da terör saldırısında şehit düştüğünü belirterek, akan kanın mutlaka durdurulması gerektiğini ancak bunun şehitlerin ruhları incitilmeden yapılması gerektiğini ifade etti. Eroğlu, zihinlerindeki en büyük sorunun, “PKK’ya ne verildi?” sorusu olduğunu söyledi.

Ömer Ersoy:
İslâm’dan uzaklaşınca bunlar geldi başımıza

İmam Hatip Mezunları Vakfı Başkan Vekili ve Öğretmenler Derneği Başkanı Ömer Ersoy da, “Allah razı olsun; memleketimizin kanayan bir yarasına çözüm bulmak için buralara kadar geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim” dedi. İslâm kardeşliğinden uzaklaşıldığı için bu tür sıkıntılar yaşandığını ifade eden Ersoy, çözüm sürecine katkıda bulunmak için hazırladıkları raporu heyete teslim etti.

Edip Ersöz:
Ya sev ya terk ket

Mali Müşavir Edip Ersöz de, bir sendikanın mali müşavirliğini yapması münasebetiyle Vanlı işçilerin “Devlet bize sahip çıksın, PKK’nın gücünden korunalım, devletten başka bir şey istemiyoruz” dediklerine şahit olduğunu; kendisinin bir sıkıntısı olması hâlinde yardımcı olmak için Batman’dan Yozgat’a gelebilecek Batmanlı arkadaşları olduğunu belirtti. Katılımcı, Taşgetiren’in “MHP, MHP iktidarını ister mi?” başlıklı yazısını eleştirerek, bu süreçte bu tür yazılar kaleme alınmasının doğru olmadığını dile getirdi. Sağlık Ocaklarının tabelalarından T.C. ibarelerinin kaldırılmasına tepki gösteren katılımcı, “Eğer bu ülkede ‘Ben Türküm’ demekten şeref duymayan varsa, ya sevecek ya terk edecek” diye bağırdı.

Bilâl Şahin:
Kürt işadamları, PKK yerine kendi memleketlerini beslesinler

"Kürt işadamları memleketlerine yatırım yapsınlar"
İşadamı Bilal Şahin de, “Benim dinim, vatanım, bayrağım, her şeyim, namusum demektir. Ben bir Filistin olamam, bir Irak olamam. Türk Milleti, eğer bu güne kadar o vahşi insanlara sabretmişse, Türklüğün güzel hasletindendir. Dileğimiz, yine bir Türk olarak bu hasletimiz, bu hoşgörümüz, bu sevgimiz, ömür boyu devam edecektir. Biz ki bütün milletleri bağrında barındıran, Yahudi’sine dahi kucak açmış, Yahudi’yi bile zulümden kurtaran bir milletiz” diye konuştu. Yozgat’ta yaptırdığı eserleri sıralayan Şahin, “Bunu şunun için söylüyorum: Ben, Yozgatlı olarak bu mevcut imkânlarımı memleketime yatırmışken, Güneydoğu’da kepenk kapatanlar kepenklerini kapatmasınlar, onlar da İstanbul’daki o kâşânelerini memleketlerine taşısınlar. (…) Güneydoğulu işadamlarını gazetenizden uyarın, gitsinler memleketlerine. PKK’yı besleyinceye kadar oradaki dinine, diyanetine, halkına, Allah’ına, Peygamber’ine inanmış vatandaşlara hizmet için yatırım yapsınlar, ne PKK kalır, ne bir şey kalır” dedi.

Satılmış Cengiz:
PKK ile şikeli savaş dönemi bitti

Satılmış Cengiz
İşadamı Satılmış Cengiz de, tartışılan konuda daha önce halkın sahip olduğu fikirlerin, basında yer almasına izin verilen, birbirine yakın ve toplumda bölünmeye sebep olacak bilgiler olduğunu; ancak son 10 yılda daha gerçeğe yakın bilgilerin ortaya çıktığını ifade etti. Çözüm sürecine dair dile getirilen kaygıları normal karşıladığını belirten Cengiz, bu kişilerin daha iyimser ve kendilerini daha özgür hissederek düşünmeleri hâlinde meselenin hallolacağına inandığını söyledi. Öcalan’ın “Erkeği öldürmek” kitabında PKK’nın nasıl kurulduğunu açıkça anlattığını söyleyen Cengiz, çözüm sürecinin önünü tıkamaya yönelik açıklamaların, Ankara’nın kontrolü dışındaki kanatlardan geldiğine dair düşüncesini dile getirdi. Cengiz, sözlerini şöyle sürdürdü:

“ ‘Niye örgüt bunu kabul etti?’ sorusuna net olarak verebileceğim cevap şu: Bugüne kadarki PKK ile ilgili mücadeleler, şikeli bir savaştı. (…) Artık bu süreçte şikeli bir savaş olma dönemi kapanıyor. (…) 3-5 ay ya da 1 yıl içerisinde tamamı imha edilebilirdi; ama benim düşünceme göre bu yol, o yoldan daha hayırlı. Çünkü sonuçta onlar da bu ülkenin insanları. Kandırılmak, mümkün olan bir şeydir. İnanıyorum ki, onların dağda yaşayanları, artık bu işten bezmiş durumdalar. Bu fırsatı onlar, bizden daha büyük bir coşkuyla kutlayarak, evine, ocağına, anasına, babasına kavuşmanın heyecanını yaşadıklarını sanıyorum. (…) Lütfen arkadaşlar, örgütten gelen farklı açıklamaları çözüm isteyen kanat olarak algılamayın. Gerçekten o örgüt içerisinde farklı kanatlar var. Çözümü istemeyen kanatlar var.”

Salih Dedeoğlu:
Hükümetin eğitim politikası olsa daha kolay çözülürdü

Yozgat Eğitimciler Derneği Başkanı Salih Dedeoğlu da, çözüm fırsatının çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini, terörle aynı yaşta olan Anayasa’nın da mutlaka değiştirilmesi gerektiğini dile getirdi. Hükümet temsilcilerinin bu süreçte kullandıkları ifadelere çok dikkat etmesini isteyen Dedeoğlu, 30 yıllık bir meselenin bir anda bitmeyeceğini, bu sebeple de halkın sabırlı olması gerektiğini söyledi. Türkiye’nin bir eğitim politikası olmadığını belirten Dedeoğlu, “Oysa bu meseleyi öğretmenler çözecek” dedi. Dedeoğlu, Türkiye’nin sadece kendisini değil dünyayı kurtarma vizyonuna sahip olması gerektiğini ifade ederek, “Somali’ye Türk bayraklı uçak indiği zaman bütün Somalililer orada secdeye kapanıyorlar. Neden? Türk geldiyse kurtulmuştur” diye konuştu. Dünyadaki gelişmelerin iyi okunması ve çocukların buna göre yetiştirilmesi gerektiğini söyleyen Dedeoğlu, “Bir Türk, Müslüman olduğu müddetçe Türklüğünü devam ettirebilir, bunu da unutmayalım. Tarih, Müslüman olmayan Türkleri gösteriyor” dedi.

Bekir Çaylak:
Protestocuları da dinlemeliydiniz

"Kefil oluyorsanız salona gelsinler"
Yeni Ufuk gazetesinin ortaklarından Gazeteci Bekir Çaylak ise, toplantıdan önce Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen protesto mitingine işaret ederek, “Keşke o çocuklarımızdan 3-5 kişilik bir heyeti de şuraya getirsek de onların da fikirlerini alsaydık. (…) Hâlâ mesaj geliyor. ‘Barikatları aşmaya çalışıyoruz’ diyorlar. Biz burada ne yapıyoruz ki barikatları aştırmaya çalışıyoruz Hocam?” dedi. Ahmet Taşgetiren de, “Buraya oradan 8 kişi geldiğinde, sizin tonunuzda konuşulabileceğinden emin misiniz?” diye sordu. Çaylak’ın “evet” karşılığı vermesi üzerine Taşgetiren, “O zaman getirin. Barikatı aşmaya gerek yok. O zaman alın getirin yani. Hiçbir mahzuru yok” dedi. Çaylak’ın bu konudaki sitemine devam etmesi üzerine Taşgetiren, şöyle konuştu:

“Bekir Bey, çok olumsuz şeyler yaşadık. Biz, konuşulacak bir zemin istiyoruz. Dilediğini konuşsun. Burada beyefendiler bizim konumumuzu da süreci de yerden yere vurdular. Hiç kimsenin sözüne sınır koymak gibi bir durumumuz yok. Yetkimiz de yok. Siz kabul ettiniz, geldik. Misafiriniziz. Hepiniz ‘hoş geldiniz’ diye başlıyorsunuz söze, çok teşekkür ederim. Gelsinler konuşsunlar sizin gibi. Ama kefil olun bana, tamam mı?”

Taşgetiren’in açıklaması üzerine Çaylak, “Burada ortamı farklı bir yere çekmek için konuşmuyorum. Öyle bir noktaya getirdiysem özür dilerim; ama madem böyle önemli bir şey konuşuyoruz ülke için, herkesin dinlenmesi lâzım diye düşündüğüm için söylüyorum bunu. Ha, siz de dersiniz ki ‘burada sıkıntı doğacak’, tamam, olmayabilir. Saygı duyarız biz de ona. Bir şey demedik; ama sizin bir başka ilde yaşadığınız sıkıntının aynısı Yozgat’ta da yaşanacak diye bir şey yok. Bizim Yozgat’ımızın genci de, ihtiyarı da hakikaten milliyetçidir” karşılığını verdi.

Çaylak, Yozgat’ın nüfusuna oranla en çok şehit veren ili ve Türkiye’nin en geri kalmış ili olduğunu; bürokraside en güçlü, en nüfuzlu il olmasına rağmen, nüfusunun 3’te 2’sinin yeşil kartlı olduğunu,  her yıl 10 bin kişinin göç ettiğini dile getirdi.

Kâmil Koç:
Süreç terörle mücadele değil toplumsal uzlaşma süreci

Toç-Bir-Sen Yozgat Temsilcisi Kamil Koç da, PKK’nın dünyanın bütün ülkeleri ile irtibatı olan global bir terör örgütü olduğunu ifade ederek, terörle askerî kuvvetlerin değil kolluk kuvvetlerinin mücadele etmesi gerektiğini söyledi. Koç, çözüm sürecinin tanımlanmasında ‘savaş’ ve ‘barış’ gibi kelimelerin kullanılmasının yanlış olduğuna işaret ederek, “Savaş iki devlet arasında olur. Bizim bir savaşımız yok, bizim bir terör sorunumuz var. Barış, iki ulus arasında yapılır. Bizim yapılacak bir barışımız yok” diye konuştu. Koç, süreci, terörle mücadeleden ziyade toplumsal uzlaşıyı ve kucaklaşmayı sağlayacak bir hareket olarak gördüğünü belirterek “Belki bu ‘barışı’ sağlamak adına atılmış önemli bir adım. Dikkatle takip ediyoruz ve neticesinin inşallah hayırlı olmasını diliyoruz. Bundan sonra atılacak adımların daha önemli olacağına ben şahsen inanıyorum” dedi.

Celâl Kapusuzoğlu:
Süreci destekliyorum ama tereddütlerim var

Avukat Celâl Kapusuzoğlu ise, “ ‘Ortalama Türk kimdir?’ derlerse ben Yozgatlıları gösteririm. Ortalama Türk odur” diyerek başladığı konuşmasında, “Şimdi talihsizlik şurda: Kürt’ün temsilcisi PKK’lı komünistler, Türk’ün temsilcisi Maoist komünistler” dedi. KCK tutuklularının kısa vadede tahliye edilmesinin halka yenilmişlik duygusu yaşatacağını ifade eden Kapusuzoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İletişim kanalları açık olsun. Çünkü Said Nursî’ye, Abdülmelik Fırat’a konuşma hakkı tanımazsan, meydan Apo’ya kalır. Apo’yu bu hâle getiren, devletin yanlış politikalarıdır. (…) Süreci destekliyorum yalnız tereddütlerim yok mu? Var. Şeffaf olunsun. Ahmet Bey, ben sizin endişelerinize katılıyorum. Gençler bu işi bilmez. Dün memleket çocuklarını it boğuşturur gibi boğuşturanlar bugün de boğuşturmak istiyor. Anadolu’da Türk birliğini sağlamak için Osmanlı sultanları 300 sene kan döktüler. Bu ülkeye 2 devlet çoktur. Ben Kürt kardeşlerime güveniyorum. Eğer sokaktaki Kürt, ölüm korkusunu atarsa, bunları sokakta tokatlar. İnanıyorum buna. Bir normalleşme olsun. Şu da var; 300 yıldır toprak kaybediyoruz. Bundan sonra toprak kaybetmek yok, neye mal olursa olsun.”

Tahir Ersöz:
Bizim derdimiz Kürtlerle değil PKK ile

Daha sonra söz alan Yozgat Ticaret ve Sanayi Odası Temsilcisi Tahir Ersöz, konuşmasına kendisinin de protesto mitingine katılanlar arasında yer aldığını belirterek başladı. Ersöz, “Biz yetiştik vatan için ölmeye. Bizim derdimiz Kürtlerle değil PKK ile. PKK’ya kim yandaşlık ediyorsa bizim düşmanımız odur. Cenab-ı Allah nasip ederse, benim mezarım buraya kazılacak. Çocuğumun mezarı da buraya kazılacak ama Türk bayrağı altında kazılacak. Biz, Türküz. Rahmetli Atatürk, kurdu ve dedi ki, ‘Ne mutlu Türküm diyene’. Kim inkâr ediyorsa, kim başka kimlik çıkartıyorsa, beğenmiyorsa defolup gidecek” diye konuştu. Protestocu grubun temsilci olarak seçtiği 5 kişinin de toplantıya kabul edilmeleri gerektiğini dile getiren Ersöz, “Türk Eğitim-Sen Başkanı neden burada değil diye sorarım, Şehit Aileleri Derneği Başkanı niye burada değil derim. Onlar da dertlerini anlatsalardı. Tek fikriyatta kalmamak gerekir kanaatindeyim. Sizlere çalışmalarınızda başarılar dilemek isterim. PKK’ya karşı devletin vatanın bir tane taşı, bir karış toprağı vaad edilmediyse. Hepimizin korkusu budur.” dedi.

Ömer Şöhretli:
Kavga kültürünün ağır bastığı bir toplumuz

Köy Enstitüleri Mezunları Derneği Başkanı Ömer Şöhretli ise, Akil İnsanlar Heyeti’nin çok zor şartlar altında bir görev üstlendiğini belirterek, “Çünkü toplumumuzun büyük bir kısmı eğitimden yoksun. Yani cahil olarak görüyorum. Eğitime, bilgiye önem veren bir toplum değiliz. Kavga ağırlık basan bir toplumuz. Onun için bunların kısa zamanda sonuçlanmasıyla inşallah ülkemiz daha iyi olacak” diye konuştu.

Osman Taşçı:
Sürece inanıyor, akil insanlara güveniyoruz

Toplantıda son olarak söz alan Diva-Sen Yozgat Temsilcisi Osman Taşçı da, sürecin güzel bir şekilde sonuçlanacağına inandıklarını ve Akil İnsanlar Heyeti’ne de güvendiklerini ifade etti. Taşçı, heyetten, Diyanet mensuplarının yeterlilik sınavı konusundaki sıkıntılarını hükümete iletmelerini istedi. Taşgetiren, “Onu daha sonra ayrıca alalım” diyerek müdahale etti.

Prof. Dr. Erol Göka:
Halkımızın demokrasi mücadelesini PKK’ya mal etmeyin

Katılımcıların sorularının ve değerlendirmelerinin ardından bir konuşma yapan Prof. Dr. Erol Göka, çözüm süreci konusunda halkın bir kısmında endişenin daha ağır bastığını, endişe yükseldikçe öfkenin de yükseldiğini söyledi. Bu kişilerin, bunun bir adım ötesinde, endişelerini bastırabilmek için şüphelerini kesin bir kanaate dönüştürdüklerini ifade eden Göka, şu değerlendirmede bulundu:

“Şunu karıştırmayalım: Halkımız, aynı zamanda bu 30 sene boyunca bir demokrasi mücadelesi sürdürüyor. Sadece 30 sene boyunca değil, Cumhuriyet rejiminin içinde bir demokrasi mücadelesi sürdürüyor. Bakın, tek partiden çok partili döneme geçtik. Vesayet sistemi ortadan kalktı ve demokrasimiz adım adım ilerliyor ve bugün de demokrasimiz, başka insanların kimliklerini dinlemeye tahammül edebilir, tanımayı becerebilir düzeye geldi. Bunu silahlı örgüt falan yapmadı. Yani halkımızın kendi demokrasi mücadelesi yaptı. Hiç de fena bir yerde değiliz, bizim durumumuza benzeyen ülkelerle kıyas edildiğimizde.”

Protestoculara da saygı duyduğunu, bunun vatandaşların endişelerini ifade biçimlerinden birisi olduğunu belirten Göka, şunları söyledi:

 “Fakat şüphe düzeyine geldiğinde, hele hele kesin yargı düzeyine geldiğinde bazı tehlikeler beliriyor. Sadece onu hatırlatmak için bu sözü aldım. Tehlike şudur arkadaşlar: Şöyle inanıyorsak; ‘Öcalan dedi ki, siz gidin Kandil’de toplanın, 50 bin kişi olunca yeniden bindiririz bunlara’. Siz buna inanıyorsanız, böyle bir fikriniz varsa demiyorum, inanıyorsanız böyle olacağına, diğer fikirleri, diğer alternatifleri duyma ihtimaliniz zayıflıyor. Meselâ, bir arkadaş ‘İmralı’nın vesayeti’ diye söyledi, bu vesayet görüntüsü onur kırıcı olabilir, kabul ediyorum. Bu vesayet görüntüsü, gururumuzu da incitmiş olabilir, bunu da kabul ediyorum. Fakat ‘Bizi İmralı yönetiyor’ fikrine gelmişseniz eğer, yani ‘Bu sürecin beyni İmralı’dır. Biz gittik, her şeyi oraya teslim ettik’. (…) Yani İmralı’yla görüşme, bir imkân, bir fırsat değil de bir teslimiyet, İmralı’nın vesayeti altına girmek gibi değerlendirirsek ve buna inanırsak, alternatif düşünemeyiz. Sadece tehlikeyi belirttim yani. Yani o zaman düşüncemiz başka yere gitmez. Halbuki alternatif olarak düşünsek, şöyle düşünceler de mümkün değil midir acaba? ‘Türkiye Cumhuriyeti, terörle mücadelesinde o kadar önemli bir yere gelmiştir ki, en güçlü olduğu anda, bu işi başka türlü bitirmeye karar vermiştir ve süreç tamamen Türkiye’nin denetimindedir ve Türkiye, bütün güçleriyle bir süreden beri buna uğraşmaktadır’ diye baksak… Bunun delilleri yok mu? Ben buna da birçok delil bulabilirim. Sadece şöyle diyelim: Endişenizle baş etmenin yolu, alternatif düşünceleri üretmek ve sabretmeyi bilmektir. Size söylemek istediğim şey budur. Yani bir yere düşüncemizi yapıştırırsak oradan çıkamayız, çıkamadığımız gibi en çok acıyı da biz çekeriz. Ben, bu toplumun içinde en çok acıyı kimlerin çektiğini gördüğümü sanıyorum. Kim daha çok şüphe ve yargı içindeyse, onların içi daha çok kıvranıyor. Ben sizin için de söylüyorum. Biraz farklı düşünelim ve biraz memleketimizden umutlu olalım. Ben Türkiye’den umutluyum. İyi olacak inşallah.”

Celâlettin Can:
Darbeciler bu ülkeyi en fazla seven kuşağı tasfiye ettiler

78’liler Vakfı Başkanı Celalettin Can da, geçmişte ülkücü hareketle mücadele etmiş birisi olarak Yozgat’a gelmeden önce çok düşündüğünü ancak ‘Ne yaparsa yapsın. Bizim ülkemizin bir parçası ve bizim halkımız. Ne yaparsa yapsın’ diye düşünerek ‘çıkıp geldiğini’ söyledi. Hâlâ kendileriyle ülkücüleri karşı karşıya getirmek isteyen güçler olduğunu söyleyen Can, bu konuya dair bir hatırasını anlattı.
Can, 1982 yılında askerî cezaevinden sivil cezaevine sevk edildiklerinde, idamla yargılandıkları için nasıl kaçabileceklerini düşündüklerini, daha sonra 2 ülkücünün asılacağını öğrendiklerinde, belki kendilerinin de idamla yargılanmalarından dolayı, belki de Aleviliğin bakış açısı gereği, idamları protesto etmek istediklerini kaydetti. Can, “Bütün gruplar tartıştık falan, ikna edemedik; ama ben Dev-Genç’in yöneticisi olduğum için o grup benim dediğimi yaptı. Hep beraber protesto ettik. İsimlerini vererek, ‘Yaşıyorlar, yaşayacaklar, idamlarına karşıyız, ölmezler’ şeklindeki protestomuzu yaptık” dedi. Gece yarısı gardiyanın, idam edilecek olan ülkücülerden bir not getirdiğini anlatan Can, iletilen mesajda şunların dile getirildiğini aktardı: ‘Celâlettin Ağam, bizim toprağımızda bizi esir aldılar. Bunlar bizi birbirimize düşürdü, darbe yaptılar. Şimdi beni asıyorlar, yarın da seni asacaklar. Duyduk ki karşı çıkmışsınız, protesto etmişsiniz. Çok sağ olun. Şimdi sana diyeceğim şu Ağam: Senin kaldığın hücrenin yan tarafında bir hücre var. Oranın şurasında testere var, demir var, şu var bu var; onları al ve cezaevinin de zayıf noktası falanca havalandırmadır, oradan kaçarsın. Eğer kaçarsan, ben bunu toprağın altında hissedeceğim’.”

Can, belirtilen yerden bir tünel kazarak cezaevinden kaçtıklarını anlatarak, “Kaçarken, inanın, toprağın altından böyle giderken ama çıkışa yakın bir zamanda, bütün değerlerim adına size yemin ederim ki, sanki asılanlar, idam edilenler bizi izliyorlardı ve gülüyorlardı, ‘iyi ki kaçıyorsunuz’ diye ve ben onları hissettim toprağın altında. Şimdi odur budur, 80’den sonra özellikle, darbeden de çıkardığım derslerle, yani mümkün olduğu kadar karşı karşıya gelmemeye çalıştım” dedi.

Celâlettin Can olarak ülkücülerle bir kavgası olmadığını, o günlerin 80 öncesinde kaldığını dile getiren Can, gençleri karşı karşıya getiren darbecilerin, sağcısıyla solcusuyla cumhuriyet tarihi boyunca bu ülkeyi en fazla seven kuşağını tasfiye ettiklerini, 80 sonrasında da bu işin eyyamcılara kaldığını söyledi. Can, “Kavga etmeyeceğiz arkadaşlar. Ve benim en büyük idealim, ülkücü hareketin, milliyetçi hareketin kendini demokratize etmesi, demokratik süreçleri geliştirmesi, şöyle bir masanın başına oturup, ben 70’li yılları anlatayım, niye kavga ettik gardaş? Sen 70’leri anlat, ‘Yav şundan dolayı kavga ettik gardaş’…Ve bir daha kavga etmemek” diye konuştu.

Akil İnsanlar Heyeti’nde yer almasının sebebini de açıklayan Can, Ortadoğu gezisine çıktığını; Suriye, Irak, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Bağdat ve Zaho ile İran’ı gezdiğini belirterek, “Orada başka şeyler gördüm. Bizim ülkemizin orayla çok yakın ilişkiler içerisine girdiğini gördüm. Büyük bir sermaye akışı var. 1500 şirketimiz oldu. Orada da başka türlü oyunlar gördüm. Eğer biz bir şekilde kendi meselemizi çözmezsek, evimize çeki düzen vermezsek, bizim ülkemiz parçalanma tehdidiyle karşı karşıya kalır. Yemin ederim ki bütün amacım budur. Ben bir sosyalistim ama benim idealim Türkiye’dir. Büyük Türkiye’dir. Hep beraber o Türkiye’de beraber yaşamaktır.

Cemal Uşşak:
Artık güçlü bir Türkiye küresel güçlerin de işine geliyor

Heyetin Sekreteri, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Cemal Uşşak da, “Örgüt kurulduğu zaman, örgütü kuran irade de, örgütle mücadele yöntemini belirleyen irade de yerli değildi. Yabancıydı. Daha açık kast edilen, bir NATO projesiydi. Dolayısıyla bu kanlı terör bitmeyecek şekilde dizayn edildi ve 30 yıldır bu kadar can, bu kadar şehit…” dedi. Terörün, Türkiye’nin güçlenmemesi ve silah ticaretine az da olsa katkı sağlasın diye dizayn edildiğini ifade eden Uşşak, ancak içinde bulunduğumuz dönemde güçlü bir Türkiye’nin küresel aktörlerin de işine geldiğini söyledi. Cemal Uşşak, “PKK’ya ne verildi?” tartışmasına da temas ederek, yakın dönemde ard arda 3 seçim olduğunu, teknolojik istihbaratın bu kadar geliştiği bir dönemde, bir hükümetin özellikle böyle bir seçim sürecinde PKK’ya birtakım vaatlerde bulunma riskine giremeyeceğini ifade etti. Sık sık Ortadoğu ülkelerine seyahat ettiğini belirten Uşşak, Erbil’de bütün taraflarla yaptığı görüşmeler sonucunda şu kanaate sahip olduğunu söyledi: “Erbil’in sırtı Bağdat’a, yüzü Ankara’ya dönük” Uşşak, sözlerine şöyle devam etti:

“Irak Kürtlerinin yüzü Ankara’ya dönük olur da Türkiye Kürtlerinin yönü başka bir ülkeye dönük olur mu? Bölünme endişesi hisseden dostlar için bunu söylüyorum. Yapılan birçok araştırmaya göre, Güneydoğu’da, terörün en çok can yaktığı bölgelerde ayrı bir Kürdistan veya bir federasyon düşünen Kürtler çok cüzî bir oran. Bunu da nazar-ı itibara almak lâzım.”

PKK’nın 3 yüzü olduğunu, bunlardan birisinin taşeron PKK, birinin mafyatik PKK, birinin de ideolojik PKK olduğunu belirten Uşşak, “Sizin Kürtlerle bir probleminiz olmadığını biliyorum; ama bu ülkede sistemin ve birilerinin, Kürtlerin kimliğiyle problemi ola geldi. (…) Bunlardan nemalanan bir ideolojik PKK var; ama artık bu ideolojik PKK, bu iddialar (Kürt kimliğinden dolayı mağduriyet) üzerinden halkta zemin bulamamaya başladı” dedi. PKK’nın halkı ‘demokratik mücadele’ye davet ettiğini ancak makes bulamadığını söyleyen Uşşak, “Makes bulamamasının asıl sebebi, işte bu taleplerin, ülkenin demokratikleşmesiyle birlikte peyderpey yerine getirilmesidir. Bu hakların ifa edilmesidir. Bunları da nazar-ı itibara alalım” diye konuştu.

Uşşak, “Terörün bitmesi karşılığında PKK’ya ne verildi?” tartışması konusunda da, Türklerden alınıp Kürtlere verilen hiçbir şeyin olmadığını, sadece devletin hakları eşit oranda bütün vatandaşlarına dağıtmaya başladığını ifade etti.

Ahmet Taşgetiren:
İstiklâl Marşı’yla protesto kanıma dokunuyor

Yeniden söz alan Heyet Başkanı Ahmet Taşgetiren, 2005 yılında sorunu ‘Kürt sorunu’ olarak nitelendiren Başbakan Erdoğan’ı eleştiren bir yazı yazdığını, yazısında sorunun etnik temele dayalı olarak tanımlanmasının mahzurlu olacağını ifade ettiğini; bu yazı yayınlanmayınca da Yeni Şafak gazetesinden istifa ettiğini, daha sonra Başbakan Erdoğan’ın da bu tanımlamayı kullanmadığını anlattı. “Biz de bir fikrî silsileden geliyoruz. Yani böyle bodoslamasına girmedik. Ben, 40 yıldan beri yazı yazdım ve en çok üzerinde düşündüğümüz, konuştuğumuz, kendi içimizde müzakere ettiğimiz bir konu bu” dedi.

Lozan görüşmelerinde Kürtlerin azınlık olarak kabul edilmesinin teklif edildiğini ancak Türkiye’nin, Kürtlerle Türklerin bu topraklarda bin yıldır beraber yaşadığını belirterek teklifi reddettiğini hatırlatan Taşgetiren, bunun ümmeti, inancı esas alan bir yaklaşım olduğunu ancak daha sonra sistem yapılanırken bunun dikkate alınmadığını anlattı. Abdülmelik Fırat’ın, ‘Kemalist proje ile PKK projesi, birbirinin mütemmimi (tamamlayıcısı) olan bir projedir’ dediğini nakleden Taşgetiren, “Kemalist proje, Türklük vurgusu ve İslâm’ı azaltmak projesidir. PKK projesi Kürtlük vurgusu ve İslâm’ı azaltmak projesidir. Bu iki proje, Kürtlerle Türkler üzerinde işlediği zaman gelinecek nokta, iki etnik bilincin birbirine karşı konuşlanmasıdır. Bunu istediler fakat Allah’a şükür ki Kürtler ve Türkler, karşı karşıya gelmediler” diye konuştu.

PKK’nın en büyük zulmü Kürtlere yaptığına işaret eden Taşgetiren, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Öyle aileler var ki, 4 çocuğu dağda ölmüş. Kızı, oğlu. Bu anne, bu Babai bizim sorunumuzdur. Yani ‘ne hâlin varsa gör’ demek de var ama şimdi bu kadın, arkadaşlar, başörtülü kadın, sokakta zafer işareti yaparak yürüyor. Nasıl oldu da bizim Anadolu’nun saf köylü kadını, sokakta zafer işareti yaparak yürür hâle geldi? Bana göre bu, Erol Göka Hocamın üzerinde düşünmesi gereken soru. Bizim bu yapıyı yeniden, yani zihinlerimizi, duygularımızı onarmamız gerekiyor.”

“Sınırlarımızı biz belirlememişiz, sistemlerimizi biz belirlememişiz, yöneticilerimizi biz belirlememişiz, dış politikalarımızı biz belirlememişiz. Yıllar var ki Türkiye, İslâm dünyası ile ilişkilerini korka korka kurdu” diyen Taşgetiren, Başbakan recep Tayyip Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Türkiye’ye 100 yıl önce biçilen statüye razı olmadıklarını, bu gömleği yırtmaya uğraştıklarını, bunun için çaba sarf ettiklerini, onun için de bu kan kaybını önlemeye çalıştıklarını düşündüğünü söyledi.

PKK’nın halk savaşı çıkarmak istediğini ancak halk savaşı çıkaracak halk bulamadığını, Şemdinli’de “vur ve kal” projesi ile alan hakimiyeti kurmak istediğini ancak vuramadığını ve kalamadığını anlatan Taşgetiren, bunun, güvenlik kuvvetlerinin koordineli bir şekilde yürüttüğü çalışmaların sonucu olduğunu vurguladı.

Taşgetiren, terör örgütü PKK’nın ve onun başının bir zafer noktasında olduğunu asla, düşünmediğini ifade ederek, hükümetin iyi niyetine inanmak ve uyarıları sürdürmek, kaygıları dile getirmek tavsiyesinde bulundu.

Kendisinin Kahramanmaraşlı olduğunu, Rıdvan Hoca, Sütçü İmam hikâyeleriyle, İstiklâl Marşı ile büyüdüğünü belirten Taşgetiren, Akil İnsanlar Heyeti’nin toplantılarında salonda protesto amacıyla kendilerine karşı İstiklâl Marşı okunmasının kanına dokunduğunu dile getirdi. Taşgetiren, “İstiklâl Marşı bunun için değildir. Fransa’ya karşı okuyalım İstiklâl Marşı’nı. Türkiye büyüyecek, tarihine lâyık bir ülke olacak. Bu coğrafyada Türkiye’nin böyle bir potansiyeli vardır” dedi.

Liderimiz Bacanlı rahattı, ben çayıralan’da 3 gün aç kaldım

Daha sonra söz alan bir katılımcı da, geçmişten ders alınmayışından yakınarak, şöyle konuştu:

“12 Eylül öncesi biz ülkücüydük, çatıştık. Liderimiz de Ruhi (Bacanlı) Beydi. Ben Çayıralan’da komünistlerle çatışırken 3 gün aç durdum. Ama ne için savaştık? Ne için? Liderimiz burada rahattı çünkü Yozgat’ta ülkücüler rahattı. Orada ise, orada ise… (Alkışlar) Ağır ameliyatlara konsültasyon yapılır. Şu anda Türkiye çok kritik bir noktadan geçiyor. Eğitim ve sanayileştikten sonra Türkiye’nin hiçbir problemi kalmayacak, bunun da temel şifresi barış. (…) Vurarak, kırarak çözüm olsaydı 30 yıldır çözüm olurdu.” 

(Yozgat Muhabir / yozgatgazetesi.com)

Hiç yorum yok: