13 Haziran 2013 Perşembe

Erdoğan’a AB dayatması:
Yeni bir basın kanunu çıkarın!

AB, basın kanununun değişmesini istiyor
Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, Taksim Gezi Parkı olayları hakkında hazırlanan tasarı, oy çokluğu ile kabul edildi.

Basın özgürlüğünün kısıtlandığı iddia edilen tasarıda, AK Parti Hükümeti’nin yeni bir basın kanunu hazırlaması isteniyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Parlamentosu’nun bu tasarısını tanımayacağını, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da aynen iade edeceklerini söyledi.

Bu gerilimin arkasında ise, medya vasıtasıyla yürütülen küresel bir mücadelenin bulunduğuna işaret ediliyor.

Basın özgürlüğü baskı altında mı?

Uzun süreden beri medyada artan bir sıklıkla dile getirilen “Türkiye’de basın özgürlüğünün kalmadığına, gazetecilerin AK Parti diktatörlüğünün baskısı altında tutulduğu” iddiasının, aslında AB merkezli küresel sermayenin dayatmalarına karşı direnen AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı tasfiye etmek amacıyla toplumda yaygınlaştırıldığı ileri sürülüyor.

Star gazetesi yazarı ve TV 24’ün Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut, Türkiye’de basının sermayesinin yüzde 66’sının Almanya’ya ait olduğuna dikkat çekerek, “Türkiye’deki Alman medyasının bir tek patronu vardır, o da Alman Bild gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann’dır. Buradaki gazetecilerin tamamı ondan emir alır” diyor.

Bulut’a göre Almanya, hava yolu taşımacılığındaki liderliğini kaybetmesine sebep olacak olan İstanbul’a üçüncü hava yolunun yapılmasını ve Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını azaltacak olan hidroelektrik santrallerin kurulmasını engellemek istiyor. Bunun için de hükümet üzerinde medya baskısı kurmaya çalışıyor.

Benzer bir şekilde, hâlen AB üyesi bir ülke olan İngiltere de, Başbakan Erdoğan’ın “çılgın projesi” olarak açıklanan Kanal İstanbul’un açılmasını kendi ekonomik ve siyasî çıkarlarına karşı bir tehdit olarak görüyor. Aylardır AK Parti Hükümeti’ne yaptığı baskılardan ve ettiği tehditlerden sonuç alamayan İngiltere de, tıpkı Almanya gibi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk kamuoyundaki olumlu imajını yıpratmak için, onun bir diktatör olduğunu ileri sürüyor.

The Economist'in kapağı
İngiliz The Economist dergisinin, Başbakan Erdoğan’ın kafasını, ünlü Sultan 3. Selim tablosunda 3. Selim’in kafasının yerine montajlayarak “Demokrat mı Sultan mı?” başlığıyla kapak konusu yapmış olması, bu ekonomik ve siyasî stratejinin bir yansıması olarak değerlendiriliyor.

The Economist dergisinin, Başbakan Erdoğan’a gelecek seçimlerde AK Parti’nin liderliğini ve icra yetkilerini Abdullah Gül’e devretme çağrısında bulunması; Financial Times gazetesi Dış Haberler Editörü David Gardner’ın da, “Kriz sırasında Erdoğan kavgacı oldu, oysa Gül yumuşatıcı rol üstlendi ve böylece anahtarı eline aldı” yorumunda bulunması, İngiltere’nin siyasî stratejisinin belirgin bir ifadesi olarak yorumlanıyor.

İngiltere’nin bu yolla hem AK Parti içerisindeki mevcut ayrışmaları körüklediği, hem de AK Parti’yi kontrol altına almak için zemin hazırladığı değerlendirmeleri yapılıyor.

Kai Diekmann kimdir?

Gazeteci Yiğit Bulut’un, “Buradaki gazetecilerin tamamı ondan emir alır” dediği Alman Bild gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann kimdir?

Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök’ün, 16 Haziran 2012 tarihinde yayınladığı “Önce saçını kestirdi, dövme yaptırdı” başlıklı yazısında verdiği bilgiler dikkat çekici:

Kai Diekmann
“Daha iki ay önce büyük bir gazetecilik başarısına imza atmış, Alman Cumhurbaşkanı’nın görevinden ayrılmasına yol açan bir haberi patlatmıştı. 

Bild, onun 11 yıllık yönetimi sırasında büyük bir değişim geçirmiş, siyasi açıdan da ağırlıklı bir gazete haline gelmişti. Gazetenin kârlılığı çok yükselmişti. 

Kendi gazetesindeki yöneticiliği dışında, Hürriyet ile London Times ve Sunday Times gazetelerinin yönetim kurullarına girmişti. Kısaca, sadece Almanya’nın değil, bütün dünyanın en başarılı genel yayın yönetmeni denilebilirdi.”

Özkök, onu ve onunla buluşmasını yazısında şöyle anlatıyor:

Önce saçını kestirdi, dövme yaptırdı

Birgün önceden psikolojik hazırlığını yaptı. Üç şey daha yaptı. Önce askerliğinin bittiği gün uzatmaya başladığı saçlarını kestirdi. Dile kolay... 27 yıldır uzun saçlarla yaşıyordu. Bir de sağ kolunun içine dövme yaptırdı. Dört çocuğunun isimlerinin baş harflerinden oluşan bir dövme... Üçüncü olarak da boksa başladı. Bild Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann, meslek hayatının en önemli kararını açıklayacağı güne böyle hazırlandı.
* * *
   
Gazetenin sabah toplantısına girdiğinde her şey her günkü gibiydi. Biraz sonra Alman medyasına bomba gibi düşecek haberi sadece 3 kişi biliyordu. Çalışma arkadaşlarının ilk şaşkınlığı, tabii ki, Diekmann’ın kısacık kesilmiş saçları oldu.

“Arkadaşlar bugün size çok önemli bir kararımı açıklayacağım” dedi ve meraklı bakışları bile beklemeden devam etti:

“Bild Genel Yayın Yönetmenliği’ne 6 aylığına ara veriyorum”.

İşte o an, bakışlar, merak modunu atlayıp, şaşkınlığa geçti:

“Altı ay süreyle Berlin’den ayrılıp, Silikon Vadisi’nde yaşayacağım. Bu süre içinde genel yayın yönetmenliği görevim devam edecek, ama gazetenin yapılmasına hiç karışmayacağım.”
   
* * *
Dünya basın tarihinde belki de ilk defa böyle bir şey oluyordu. Kai Diekmann, mesleğinin doruğundaydı. Daha iki ay önce büyük bir gazetecilik başarısına imza atmış, Alman Cumhurbaşkanı’nın görevinden ayrılmasına yol açan bir haberi patlatmıştı. Bild, onun 11 yıllık yönetimi sırasında büyük bir değişim geçirmiş, siyasi açıdan da ağırlıklı bir gazete haline gelmişti. Gazetenin kârlılığı çok yükselmişti. Kendi gazetesindeki yöneticiliği dışında, Hürriyet ile London Times ve Sunday Times gazetelerinin yönetim kurullarına girmişti. Kısaca, sadece Almanya’nın değil, bütün dünyanın en başarılı genel yayın yönetmeni denilebilirdi. Böyle bir insan, durup dururken neden bu kararı alırdı.
   
* * *
Almanya’da kafalar, Türkiye’dekinden çok farklı değil. Karar açıklanır açıklanmaz, mırmır başlamıştı:

“Springer grubunda Kai Diekmann’ın ayağı kaydırıldı. Amerika’ya gönderme formülü ile uzaklaştırıldı.”

Böyle düşünenler, ne Kai’ı, ne de Springer grubunun başarılı ve yenilikçi Başkan ve CEO’su Mathias Döpfner’i tanıyordu. Tabii ne de şirketin sahibi Friede Springer’i...

Bu yorumu yapanlar, Avrupa’nın en yüksek tirajlı gazetesinin genel yayın yönetmeninin 6 aylığına neden uzaklaştığını, muhtemelen o geri dönüp, yeniden gazetenin başına geçtiğinde anlayacaklar.

Ama emin olduğum bir şey var, dönene kadar her gün Kai Diekmann’ı konuşmaya devam edecekler. Çünkü Kai, Almanya medya sitcom’unun bir numaralı karakteridir. Canlı, yaratıcı, risk alan, ileriyi gören, şaşırtan aktörü. O yapar, herkes konuşur... Askerde önümdeki bir tutam saçla çok komiktim

Kai Diekmann - Ertuğrul Özkök
Kai Diekmann’la arkadaşlığımız 8’inci yılını dolduruyor. Onu hep uzun saçları ile tanıdım. Askere gittiğinde, saçlarını çok kısa kestirmek zorunda kalmış. Ensesini çok yukarı kadar kestirmek zoruna gitmiş. O da tepki olarak kafasını kazıtmış, ama ön tarafta bir tutam saç bırakmış. “Çok komik bir halim vardı” diyor. Askerlik bitince, saçlarını uzatmış ve bugüne kadar hiç kestirmemiş. Altı aylığına Silikon Vadisi’ne taşınacağı haberi duyulunca, dijital dünyanın önde gelen şirketlerinin bazılarının CEO’ları bizzat arayıp, görüşmek istediklerini bildirmiş. Arayanlar arasında çok önemli siyasetçiler de varmış. Palo Alto’da şirket yöneticileri ile, üniversite ve araştırma kuruluşları ile bir araya gelecekler. Yoğun bir programları var.

ARALIKTA BEN DE O EVE GİDİYORUM

Kai Diekmann’ı çok iyi tanıyorum. O müthiş bir adam. Eminim oradan yepyeni bir insan dönecek. Yine eminim, Almanya onu konuşmaya devam edecek. Bu çağda “The editor in chief” olmak kolay değil.
Orada kalmak daha da zor. Onu yapabilmek için, bazılarının “lüks” diye gördüğü şeyi, sizin “zorunluluk”
olarak kabul etmeniz gerekiyor.

Son bir not. Aralık ayında ben de o evin sakinleri arasına katılıyorum. Ama onlar kadar uzun değil. Anlayacağınız orada güzel bir “Friends” dizisi var... Hürriyet ve Times’ın yönetim kuruluna katılacağım

Berlin’in mekânı küçük, ama şöhreti büyük “Big Window” adlı restoranındayız. Sahibi İran doğumlu bir Ermeni. Kai’la baş başa sohbet ediyoruz. Karşımda, kısa kesilmiş saçları ile Silikon Vadisi’nin başkenti Palo Alto’ya gitmeye hazırlanan muzip bir garaj çocuğu oturuyor. Son 2 günde Alman medyasına 4 mülakat vermiş. Ben de aklımdaki soruları soruyorum.

BEN YOKKEN ÖNEMLİ ATAMA YAPILMAYACAK

-  Neden en rahat edeceğin dönemde fiili görevine ara veriyorsun?

“Medya tam bir kırılma noktasında. Kâğıt elbette devam edecek. Ama dijital dünya kendi kanunlarını hepimize empoze ediyor. Onu anlamam, daha da önemlisi, bu devrimi, yerinde yaşamam lazımdı.”

-  Neden Palo Alto?

“Dijital dünyanın yaratıcı insanları orada. O buluşları finanse eden kurumlar orada. Uygulamaya geçenler de.”

-  Ne kadar kalacaksın?

“Altı ay, ama bir yılı da bulabilir.”

-  O sırada gazete nasıl yapılacak? Hiç karışmayacak mısın?

“Gazetenin yönetimini benden sonraki arkadaşım yüklenecek. Ben gazeteye hiç karışmayacağım. E-mail’lerim bile gazetenin başında olmadığı cevabını verecek. Zaten arada 9 saat fark var. Fiilen bir şey yapmam da mümkün değil.”

-  Sen yokken gazetede her türlü kararı alabilecekler mi?

“Evet ama önemli kadrolarda değişiklik yapmayacaklar.”

DEDİKODU  ÇIKARANLAR GÖRECEKLER

-  Ama bütün bunlar dedikoduları kesmiyor. Dün akşam Adnan Restoran’ın 10’uncu kuruluş yıldönümünde bazı kişiler bana, ‘Bunun bir tür görevden uzaklaştırma’ olduğunu söylediler.

“Evet bunu biz de duyduk. Ama olup biteni görünce fikirlerini değiştirirler.”

-  Palo Alto’ya gitme fikri kimden çıktı? Senden mi?

“Hayır Mathias’ın (Döpfner) fikriydi. Bana, ‘Biz dijital dünyada da büyük olacaksak, senin bunu gidip yerinde anlaman gerekir’ dedi.”

-  Tepkin ne oldu? Ortadoğu’da böyle bir fikir gelince, insan şüpheye düşer.

“Hemen o an kabul ettim. Sonra Katja’yı (eşi) aradım. Bir de Friede Springer’den randevu istedim.”

-  Katja’nın tepkisi ne oldu? Altı ay uzak olmak kolay değil.

“Çok doğru bir karar olduğunu söyledi.”

-  Bayan Springer’in düşüncesi neydi?

“O zaten başından beri bu projeyi biliyordu. ‘Çok doğru bir iş yapıyorsunuz’ dedi.”

İKİ ARKADAŞIMLA AYNI EVDE YAŞAYACAĞIZ

-  Yanında 2 arkadaşının daha bulunduğunu öğrendim. Kim onlar?

“Hem satış, hem reklam pazarlamanın başındaki arkadaşım ve bir de yeni aldığımız başarılı bir internet şirketimizin başındaki arkadaşım da benimle geliyor.”

-  Orada nasıl yaşayacaksınız? Büronuz olacak mı?

“Üçümüz aynı evde yaşayacağız. Orayı aynı zamanda büro olarak kullanacağız. Onların ikisi bekâr, ben evliyim. Tabii ki belli aralıklarla eşimi ve çocuğumu göreceğim.”

-  Orada kaldığın sürece bütün öteki işlerini bırakıyor musun?

“Evet bırakıyorum. Sadece iki görevim var onlara devam edeceğim. Hürriyet ve Times’ın yönetim kurulu toplantılarının hepsine katılmaya devam edeceğim.”

NE BENİM NE DE ŞİRKETİN HİÇBİR BEKLENTİSİ YOK

-  Palo Alto’da geçireceğin bu 6 aydan, şirketin ve senin beklentin nedir?

“Hiçbir beklentimiz yok. İşin esprisi burada. Oradan çok somut şeylerle de dönebiliriz, hiçbir somut şey olmadan da. Yaptığımız iş sadece 6 ay veya bir yıl ‘Orada olmak, orada yaşamak, o havayı solumak’. Bütün niyetimiz bu.”

-  Ne güzel, böyle bir lüksünüz var...

“Bence bu bir lüks değil, bir zorunluluk. Medya değişiyorsa ve biz bu işi yapmaya devam edeceksek, kafa saatlerimizi yeniden ayarlamamız lazım.”

-  Bu dönemde blog yazacak mısın? Bu süreçte bir kitap yapma fikrin var mı?

“Hayır, hiçbir angajman, yükümlülük istemiyorum. Sadece bu işe konsantre olacağım.”

 (Yozgat Muhabir)

Hiç yorum yok: