7 Ağustos 2012 Salı

Prof. Sayar, eski sahhafları anlattı:
Diplomaları yoktu ama âlimdiler

Merhum Abbas Sayar’ın oğlu Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, eski sahhafları anlatırken, “Eski yazı kitapları alıp satanlar birbirlerini eğiten insanlardı. Bunu bizzat gördüm. Dükkânlarını evlerinin kütüphanesi gibi görüyorlardı. Alıcılarla uzun sohbetler ederlerdi. Diplomaları yoktu ama mütebahhir (İlmi deniz gibi derin olan, büyük âlim olan. Allâme) insanlardı” dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.’nin katkılarıyla Türkiye Diyanet Vakfı tarafından düzenlenen 31. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı kapsamında ESKADER tarafından gerçekleştirilen “Beyazıt Ramazan Sohbetleri”nin 18. gün konuğu, Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar oldu. Prof. Sayar, konuşmasında “Sahhaflar Çarşısı ve Sahhaf Raif Yelkenci” hakkında bilgi verdi.

Kitap ve insan

Raif Efendi’nin şahsında eski kitap esnafı Sahhaflar hakkında bilgi veren Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, Hasan Ali Yücel’in “İnsana verilen en büyük nimet kitaptır. Zira kitaptan daha büyük bir şey kimseye verilmemiştir” sözünü aktararak şöyle konuştu:

“İnsanın doğal ihtiyaçlarından biridir okumak. Bu ihtiyacını kitap giderebilir. Kitap bir maddedir. Onun bir serüveni ve bir sonu olmuştur her daim. Hazret-i Âdem’e suhuflar hâlinde geldi ve sonra kitaplaştırıldı. Kur’ân’ın kitaplaştırılması da sonradan olmuştur. Kitap ile birlikte hat, hattat ve güzel yazı ortaya çıkıyor. İlk durak yazmaktır.”

Matbaanın Osmanlı’nın kapısını çalarak geri dönmesinin ardında yatan sebebi, “yazma eserlerin ayrıcalığından vazgeçememek” olarak değerlendiren Prof. Sayar, İbrahim Müteferrika ile “basma kitap”ın devreye girdiğini, Latin harflere geçişle yazma eser devrinin yavaş yavaş bu toprakları terk ettiğini söyledi. Sayar, Sahhaflar Çarşısı hakkında şunları söyledi:

“Sahhaflar, önceleri Kapalıçarşı esnafıymış. 1912-13 yıllarında Kapalıçarşı’dan çıkıyorlar ve Sahhaflar Çarşısı kuruluyor. 1950 yılında geçirdiği büyük yangın neticesinde sahhafların ellerindeki nadide yazma eserler tamamen yanmıştır. Bu yangınla birlikte kültürümüz adına büyük bir kayıp yaşandı. O dönemin belediye başkanı, yakın dostu olan Süheyl Ünver ve Hakkı Tarık Us gibi önemli değerlerimizin girişimleriyle bugünkü Sahhaflar Çarşısı’nı kurmuştur. Gençliğimde bu çarşıya ilk ayak bastığımda kitapların ucuzluğu dikkatimi çekmişti. Üniversite yıllarından itibaren de hayatım okul, ev ve Sahhaflar Çarşısı arasında geçti.”

Çok defa ölen kişilerin ardından kalan kitapların çuvallarla getirilip çarşının orta yerine dökülerek değerinin çok altında elden çıkarıldığına şahit olduğunu anlatan Sayar, çok ünlü insanların kütüphanelerinin ve hatıra evrakının dükkânlara saçıldığını, kendisinin de bu vesileyle Hattat Mehmet Yesarî’ye ait çok değerli meşklere sahip olabildiğini söyledi.

Sahhaflara adeta nur yağdığını söyleyen Sayar, 1965’ten itibaren Sahhaflar Çarşısı’nda kitap kovalamaya başladığını ve bunun büyük bir tutkuya dönüştüğünü anlatarak gerçek sahhaf kimliği hakkında şunları söyledi:

“Eski yazı kitapları alıp satanlar birbirlerini eğiten insanlardı. Bunu bizzat gördüm. Dükkânlarını evlerinin kütüphanesi gibi görüyorlardı. Alıcılarla uzun sohbetler ederlerdi. Diplomaları yoktu ama mütebahhir insanlardı. Çarşının asıl sahhafları ölünce çocuklarına geçti dükkânlar ve yeni nesil, eski yazıya vâkıf değildi. Üstelik bugünkü parasal düzenle de başa çıkamadılar. Harf inkılâbıyla evlerdeki yazma eserler ve çok değerli levhalar tekke eşrafı gibi dağıldılar ve yolculukları hâlen sürüyor.”
Yazma eserlerin kalitesi ve içeriği ne olursa olsun çoğaltılabilen bir kitap olmadığından değerli olduğunu, eğer ki kitaba dipnot veya derkenar düşülmüşse değerinin daha da arttığını belirten Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, Kandıra doğumlu Raif Efendi’nin de Beyazıt civarında babası Hasan Efendi ile birlikte yazma alıp satmaya başladığını, çarşıdaki taç kapıya yakın bir yerde dükkânı bulunduğunu kaydetti.

1967 yılında o iki-üç kişinin sığabildiği dükkânla tanıştığında içinin silme yazma eserle dolu olduğunu, sohbet meclisi ve bilgi alış-verişi yanında Raif Efendi’nin dükkâna giren her yazma kitabı muhakkak okuduğunu ve Yunus Emre Divânı’nın en eski yazma nüshasının da Raif Efendi’de bulunduğunu söyleyen Sayar, o dönemi şöyle anlattı:

“Ne kadar millî olursanız, o kadar evrensele ulaşırsınız. Fuat Köprülü de bunu başarmış isimlerdendi. Yazma eserlere sıkı sıkıya bağlı çalıştı ve eserlerini bu titizlikle meydana getirdi. Yunus Emre ve Bektaşî’yi yazarken kullandığı kaynaklar nispeten yeni olunca Raif Efendi, Köprülü’nün eserindeki hatayı yakalamış, fakat tashih etmemiştir. Çünkü sonuçta o bir esnaftı. Fuat Köprülü de onun dükkânının müdavimiydi. Kur’ân’ı ve hadisleri istiare ve metaforlarla anlatan Yunus Emre, Raif Efendi’yi büyülemiştir. O dönemde yaşamış olan araştırmacılar birbirleriyle kavgalıydılar. Raif Efendi de bundan payını almış ve Abdülbaki Gölpınarlı ile arası açılmıştır.”

Raif Efendi’nin hiçbir zaman esnaf olamadığını ve kâr etmeyi bilmediğini vurgulayan Sayar, Süheyl Ünver kütüphanesindeki yazma eserlerin Raif Efendi’den alınmış olduğuna dikkat çekti. Ünver’in bu eserleri çok ucuza temin ettiğini anlatan Sayar, hangi üniversite olursa olsun edebiyat, tarih ve Türk Dili bölümünden gelen akademisyen ve öğrencilere nasıl yardımcı olacağını çok iyi bildiğinin altını çizdi.

Ord. Prof. Uzunçarşılı’nın kendisini Râif Efendi’nin bir öğrencisi olarak görerek telif ettiği Mithat Paşa ve Yıldız Mahkemesi’ni ona ithaf etmesinin ve teşekkürünün son derece anlamlı olduğunu belirten Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, “Cumhuriyet tarihi içinde Raif Efendi gibi başka bir sahhaf görülmemiştir” dedi. Sayar, Raif Efendi ile nasıl taştığını şöyle anlattı:

“Kendisinin methini duyduğum için dükkânına gitmiştim. Üniversitede ilk yıllarımdı ve onun karşısında ne diyeceğimi kestirmem çok zordu. Bir bahane bulmam gerekiyordu ve ilk aklıma gelen Yunus Emre’nin yazma bir nüshasını sormak oldu. Bugün bana hadsiz görünen talebi çok sakin karşıladı ve ‘Daha yakınlarda bir tanesini verdim ve şu sıralar elimde başka yok. Bekler misiniz?’ dedi. Ben de 2-3 ay kadar bekledim. Gittiğimde hâlâ gelmediğini söyledi. Onun beğenisini kazanacağımı düşünerek Gölpınarlı’nın eserini okuduğumu söyledim. Yüzünün rengi tamamen değişti ve Gölpınarlı hakkında bana kötü birkaç şey söyledi ve konuşmamız sona erdi.

Yaklaşık bir yıl sonra Süheyl Ünver’i tanıdım. Ziyaretine gittiğim bir günde Süheyl Ünver’i görmeye gelen biri, Raif Bey’in hasta olduğunu ve acilen Süheyl Ünver’i görmek istediğini iletti. Ünver ise gidemeyeceğini söyleyerek yerine beni tahsis etti ve isteği ne ise öğrenmemi istedi. Evine gittim, ancak uykusuz bir gecenin ardından henüz uyuyakaldığı için görüşme imkânı bulamadım. Yine de bu kadar az tanışıklığa ve tarihteki yeri esnaflık olmasına rağmen ortaya bir kitap çıktı. Eğer basit bir esnaf olsa bunu başaramazdım.”

Sahhaf Raif Efendi adıyla kaleme aldığı eserinden bahseden Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, Raif Efendi’nin paraperest değil, Hakperest bir insan olduğunu belirterek, artık onun gibilerin yetişmediğini, hayatın üzerimizde kurduğu maddî baskının bizi geçmişle köprü kurmaktan ve bu tür ilişkilerden uzaklaştırdığını söyledi. Böyle bir ahlâkla esnaflık yapmanın artık zor bulunan bir durum olduğunu ifade eden Sayar, “İnsan tabiatına malik olup gönlü akılla bileştirmek sahhaflıktır. Raif Efendi, böyle biriydi. Şimdiki sahhaflar, şartlar öyle gerektirdiğinden sadece akılları ile bu işi yapıyorlar” dedi.

ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım, Tepebaşı’nda düzenlenen “Sahhaf Festivali”ni örnek göstererek bu geleneğin yaşatıldığına ve desteklendiğine dikkat çekti. Sayar da, “Kadıköy ve Taksim’de sahhaflar var. Sahhaf Halim Bey, bugün o eski geleneğin bir uzantısı olarak sahhaflığı yaşatmaya çalışanlardan. Sahhaf Necati Bey de çok ucuza kitap tedarik edebildiğimiz bir sahhaftı. Şimdilerde ne Fuat Köprülü’yü ne de onunla münakaşa edebilecek donanımda bir sahhafı bulabilirsiniz. Ancak bu geleneğin başka şekillerde yaşatılması da çok güzel” dedi.

Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, programın sonunda babası Abbas Sayar’dan bir şiir seslendirdi.

Hiç yorum yok: