11 Haziran 2010 Cuma

Türkiye’nin liderliğini artık hiç kimse engelleyemez

Yorum – Sürur Öztürk

Gazeteciler, samimi, mert, dürüst, bilgili, donanımlı, kabiliyetli muhaliflerini sever ve onlara saygı duyarlar. Bu vasıflara sahip olan yazarlar, birbirleriyle sürekli polemiğe girseler ve okuyucular onları kavga ediyor zannetseler bile, birbirlerini sevmeye ve birbirlerine saygı duymaya devam ederler.

Fakat, muhalefet etmek niyetiyle, oynamayı bile bilmeyen bir zenne gibi aniden orta yere fırlayıp, kıvıra kıvıra cehaletlerini sergileyen çömezlere ve soytarılara ise sadece gülerler…

Doğan görünümlü şahinlere rağbet kaldı mı? Biz işimize bakalım, işimiz çok…


Ulusal ve yerel basında, yazılarını sadece “AK Parti karşıtlığı” üzerine inşa eden genç kalemler, gerekçelerini kendilerinin bile bilmedikleri tahminler yapmaya kalktıklarında, kendi içerisinde çelişkili, tutarsız, komik ve gayri millî köşe yazıları yazıveriyorlar. Bilinçsiz bir şekilde oradan oraya savrulduklarının farkında bile değiller.

Çünkü bir analiz kültürü kazanmamışlar, kazanmak için de en küçük bir gayret ve hassasiyet de göstermiyorlar. Siyasî analizler yapmayı, yazı-tura atmak ya da bir futbol karşılaşmasının sonucunu tahmin etmek kadar hafife alıp, “ya tutarsa” dercesine, her gün başka bir göle maya çalıyorlar. Tabii, hiçbir göl maya tutmuyor ve yazıları yoğurt ziyan etmekten başka bir işe de yaramıyor…

Son günlerde uluslar arası arenada yaşanan gelişmeleri hâlâ partiler bağlamında değerlendirdikleri ve olup bitenleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından değerlendirebilecek bağımsız bir zihin yapısına sahip olamadıkları için, olup bitenleri sadece AK Parti, CHP, MHP üçgeninde ele alıyorlar. Üstelik, yazdıklarından AK Parti’yi de, CHP’yi de MHP’yi de tanımadıkları anlaşılıyor.

Uluslar arası alanda hararet kazanan son gelişmeleri analiz etmeye kalkıyorlar ama daha kimin kiminle mücadele ettiğini, hangi ülkenin hangi ittifak içinde yer aldığını, bu ittifakların nihaî hedeflerinin ne olduğunu ve bu hedefe ulaşmak için hangi politikaları uygulayıp, hangi yöntemleri kullandıklarını tespit edebilmiş değiller.

Binlerce insanın yaptığı gibi, dünyayı Amerika’dan ibaret zannediyor ve yolda yürürken ayakları taşa takılıp sendeleyecek olsalar, bunu bile Amerika’dan bilen komplo teorileri üretiyorlar. Çünkü, basında en kolay analiz (!) yöntemi bu… Zannedersiniz ki, dünyada Amerika’dan başka devlet yok, Amerika’dan başka plan yapan, strateji üreten, oyun kuran, senaryo yazan ve uygulamaya koyan başka hiçbir ülke mevcut değil…. Analizlerinde İngiltere / Almanya / Avrupa yok; Rusya yok, İran yok, Irak yok, Çin yok, küresel sermaye hiç yok… Amerika var ama diğer oyuncular yok… Ortada büyük bir savaş var ama savaşın tarafları piyasada yok… Peki, o halde Amerika kiminle, hangi güçle savaşıyor?... Hâliyle, bu küresel arenada Türkiye’yi nereye koyacaklarını da bilmiyorlar…

Elbette her analiz tam isabet kaydedecek diye bir kural yok. Gazeteciler yanılabilirler, analizleri yanlış olabilir ama en azından yapılan analizin gerekçeleri, kendi içerisinde tutarlılığı, bir mantık örgüsü olmalıdır. ‘Ben şu bilgiye, şu olaya dayanarak böyle bir tespitte / tahminde / öngörüde bulunuyorum’ diyebilmeliler.

Yazılarında bu yok. Yok, çünkü bu tutarlılığın ve mantık örgüsünün olabilmesi için, farklı kaynakları okumaları, uzun yıllara yayılan bir siyasî gözlem birikimine sahip olmaları ve bu konulara ciddi ciddi kafa yormaları gerekir. Oysa onlar farklı kaynakları ciddiyetle okuma zahmetine katlanamayacak kadar tahammülsüzler. Zaten, okuduklarını anlama kabiliyetinden mahrum oldukları için, okuduklarından da tam tersi sonuçlar çıkarıyorlar.

Toydurlar, çömezdirler. “Uluslar arası ittifak” tabirinin ne demek olduğunu da kavramış değillerdir. Bir siyasetçinin veya bir devletin bir ittifak içerisinde yer almasını, “Amerikancı”, “Avrupacı” gibi basit yaftalarla tanımlamaya çalışırlar. Çünkü sembollerle, sloganlarla düşünürler ve ötesine geçemezler. Tarihin bütün dönemlerinde bütün büyük devletlerin mutlaka bir uluslar arası ittifak içerisinde yer aldıklarını bilmezler. Bir ittifak içerisinde yer almanın, o ittifak içerisindeki devletlere kayıtsız şartsız teslimiyet anlamına gelmediğini, şartlar değiştiğinde ittifakların da değiştiğini hesaba katmazlar.

Ulusal medyanın yayınlarından çok çabuk etkilenirler. Gazetelerin manşetleri o günlerde hangi istikameti işaret ediyorsa, o tarafa meylederler. Bir operasyona maruz kaldıklarını fark etmezler. Kısa bir süre sonra manşetler ve televizyon haberleri değiştiğinde ise, şaşkınlık içinde orta yerde öylece kala kalırlar…

Çok çabuk heyecana kapılırlar. Öfke, kin ve intikam duygularına kapılmaları, onları sürekli hata etmeye sevk eder. Hata ettiklerini fark ettiklerinde ise, hatalarını düzeltmek yerine daha da asabileşir; yersiz, anlamsız ve etkisiz meydan okumalara yeltenirler…

Hiçbir etkileri yoktur, ciddiye alınmazlar. Varlıkları basın dünyasına bir ölçüde renk katar ama yoklukları bir eksiklik olarak hissedilmez bile… Var olmalarının hiç bir zararı yoktur, olmadıkları zaman da kimse “Tüh! Olsaydı daha iyi olurdu” diye düşünmez…

Kendi kendilerine gelin güvey olur, kendi kendilerine önem atfederler. Muhatap alınmak, adam yerine konulmak için sık sık “Bana ne bana ne! Ben de geliceem, ben de oyniicaam işte” diye mızmızlanan çocuklar gibi başka gazetecilerin paçasına yapışmaya çalışır, fikir tartışmalarına, siyasî polemiklere dahil olmaya çalışırlar…

Bu halleriyle bazen çok sevimli olurlar ve zaman zaman kendilerince laf yetiştirmeye çalıştıkları gazeteciler de onlara “E hadi gel bakalım” deyiverir, çocuksu haylazlıklarını seyre koyulurlar… Mahcup olmasınlar diye hatalarını yüzlerine vurmaz, gönülleri razı olmadığı için onları küçük düşürmekten imtina ederler… Sık sık şımarırlar fakat soğukkanlı gazeteciler bunu onların çocukluklarına, gençliklerine verirler… “Hepimiz geçtik bu yollardan” diye düşünüp, hayatın onları olgunlaştırmasını beklerler…

Ne diyorduk?.. Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük ve güçlü bir devlettir. Önü ve ufku açıktır. Artık sadece bölgesinin lideri değil, aynı zamanda küresel bir oyuncudur. Çok büyük hatalar yapmadığı müddetçe, Türkiye’nin koşusunu hiçbir devlet durduramayacaktır. Önümüzdeki günlerde ortalık biraz karışacaktır ama bu Türkiye’nin zayıf oluşundan değil, aksine güçlü oluşundan kaynaklanan bir karışıklık olacaktır. Fakat, Türkiye bu dönemi de başarıyla atlatacaktır.

Gazeteciler, samimi, mert, dürüst, bilgili, donanımlı, kabiliyetli muhaliflerini sever ve onlara saygı duyarlar. Bu vasıflara sahip olan yazarlar, birbirleriyle sürekli polemiğe girseler ve okuyucular onları kavga ediyor zannetseler bile, birbirlerini sevmeye ve birbirlerine saygı duymaya devam ederler.

Fakat, muhalefet etmek niyetiyle, oynamayı bile bilmeyen bir zenne gibi aniden orta yere fırlayıp, kıvıra kıvıra cehaletlerini sergileyen çömezlere ve soytarılara ise sadece gülerler…

Doğan görünümlü şahinlere rağbet kaldı mı? Biz işimize bakalım, işimiz çok…

(surur-ozturk@hotmail.com)