9 Mart 2010 Salı

Yozgatlı olmak

Yorum - Sürur Öztürk

Kimileri diyorlar ki, “Gurbette binlerce Yozgatlıyız ama hiç sesimiz çıkmıyor. Birlik olalım ve bulunduğumuz bölgede bir Yozgatlının Belediye Başkanı olmasını sağlayalım…”

‘Bizden birini seçelim ve o da bizi kayırıp ihya etsin’ anlamına gelen bu anlayış, başkalarını hiçe sayan ‘ben merkezci’ bir anlayıştır. Adeta bir ‘hemşehri tahakkümü’ oluşturma eğilimi taşıyan bu ilkel zihniyet, mensuplarını hakkaniyetten uzaklaştırır, zamanla zorbalığa sürükler.

Yozgatlı olmayı bu kadar abartır, ona lüzumundan fazla kıymet atfederseniz, Yozgatlı olmayanların arasında kendinizi sudan çıkmış balık gibi hissedersiniz ve çırpınmaya başlarsınız… Yani, sesiniz değil canınız çıkar…


Yozgat dışında yaşayan Yozgatlılar arasında zaman zaman karşılaştığım ve son derece tuhaf, tuhaf olduğu kadar da içler acısı ve hatta tehlikeli bulduğum bir eğilime dikkat çekmek istiyorum. Bu eğilimi en sade ifadesiyle şöyle özetlemek mümkün:

“Gurbette binlerce Yozgatlıyız ama hiç sesimiz çıkmıyor. Birlik olalım ve bulunduğumuz bölgede bir Yozgatlının Belediye Başkanı olmasını sağlayalım…”

Bana göre bu yaklaşım, içinde aşağılık kompleksi barındıran ilkel ve sakat bir yaklaşım. Çünkü bu yaklaşım, bir topluluğun varlığını ortaya koymasının ancak bir makamı ele geçirmesiyle mümkün olabileceği yanılgısı taşıyor.

Bu yaklaşım, bir şehirde varlık gösterebilmenin ölçüsü olarak, sayıca çok olmayı esas alıyor. Bu mantığa göre, diyelim ki İstanbul’da, Ankara’da veya İzmir’de yaşayan binlerce Yozgatlı varsa, bu yozgatlılar birlikte hareket edip, o şehrin belediye başkanlığını ya da en azından bir ilçe belediyesinin yönetimini ele geçirebilmeli… Böyle düşünenlere göre Yozgatlılar, ancak bir kurumun yönetimini ele geçirdiklerinde ‘seslerini çıkarmış’, varlıklarını ve güçlerini ispatlamış sayılabilirler…

Bu anlayış, insanları nitelendirirken doğum yerlerini esas alan ‘hemşehrici’ bir anlayış. Sadece kendi memleketinden olanlarla, yani sadece hemşehrileriyle diyalog kurabilen, hemşehri topluluklarının dışında kendisini yalnız ve savunmasız hisseden, dışarıya kapalı bir anlayış…

‘Hemşehricilik’, doğdukları yerden göç edip başka şehirlere yerleşen ve yerleştikleri o şehirde yardıma ihtiyaç duyduklarında kendilerine el uzatacak birilerini bulmakta zorluk çekenler için bir ‘sosyal yardımlaşma ve dayanışma’ yolu olabilir.

Elbette, her şehrin kendine özgü birtakım kültürel özellikleri vardır. Doğup büyüdükleri şehirden uzaklaşıp, başlangıçta her şeyine yabancı oldukları başka bir şehre yerleşen insanların, etraflarında ‘kendileri gibi’ olan birilerine ihtiyaç duyması normaldir. Kendileri gibi konuşan, kendileri gibi davranan, kendileri gibi giyinen, hâsılı pek çok bakımdan kendileri gibi yaşayan insanlarla bir arada olmak, gurbetteki insanların yalnızlık çekmelerini önleyebilir.

Gurbetteki hemşehri dernekleri de genellikle bu ihtiyacı karşılamak için kurulurlar. Gurbettekiler, büyük şehirlerde kendilerini ‘yetim gibi’ hissetmemek, savunmasız ve korumasız kalmamak için, çeşitli dayanışma ve yardımlaşma dernekleri kurarlar.

Tesadüfen tanıştığımız eski bir dernek yetkilisi, ‘gurbetteki dernekler’ konusunu konuşurken bana şöyle demişti:

“Birinin bir cenazesi oluyor, toplu mesaj sistemiyle bütün üyelerimizin cep telefonlarına bir mesaj çekiyoruz, cenaze sahibi bir bakıyor ki, cenazesine 500 kişi katılmış. Öyleleri var ki, biz üyelerimize haber vermesek, cenazeye gelenler belki 5-10 kişiyle sınırlı kalacak. Ama adam o acılı gününde 500 kişiyi yanıbaşında görünce, yalnız olmadığını anlıyor, morali düzeliyor, kendisine güveni geliyor…”

Bu, anlaşılır bir durum. Bu tür yardımlaşmalara, dayanışmalara kimsenin bir itirazı yok. Hatta teşvik edilmesi gereken güzel örnekler.

Fakat, benim dikkat çekmek istediğim husus bu değil.

“Gurbette binlerce Yozgatlıyız ama hiç sesimiz çıkmıyor. Birlik olalım ve bulunduğumuz bölgede bir Yozgatlının Belediye Başkanı olmasını sağlayalım…” ifadesinde kendisini gösteren zihniyetten bahsediyorum.

Yozgatlı biri belediye başkanı olacak da ne olacak? O şehirdeki Yozgatlıları işe mi alacak? Bunun adı, ‘hemşehri kadrolaşması’dır. Başkaları aynı yaklaşımı gösterse memnun olur musunuz? İstanbul bir yönüyle Anadolu gibi. 81 ilin hepsinden insan var burada. Şimdi bu insanların ‘şuralılar buralılar’ diye gruplaştıklarını, her bir hemşehri grubunun aynı şekilde birtakım makamları ‘ele geçirme’ mantığıyla hareket ettiklerini bir düşünün…

‘Bizden birini seçelim ve o da bizi kayırıp ihya etsin’ anlamına gelen bu anlayış, başkalarını hiçe sayan ‘ben merkezci’ bir anlayıştır. Adeta bir ‘hemşehri tahakkümü’ oluşturma eğilimi taşıyan bu ilkel zihniyet, mensuplarını hakkaniyetten uzaklaştırır, zamanla zorbalığa sürükler.

Siz eğer birtakım vasıflara sahipseniz, medenî bir insansanız, kabiliyetleriniz, becerileriniz varsa, nereli olursanız olun, herkesle bir arada olabilir, herkesle çalışabilirsiniz.

Zaten, büyük şehirlerde şu veya bu şekilde kendilerine bir yer edinebilmiş, o şehrin sosyal şartlarına uyum sağlamış insanlar, başkalarının nereli olduklarını merak bile etmezler. Nereliyse oralıdır, bu kimsenin umurunda bile değildir ve insanlar nereli olduklarına bakılarak değerlendirilmezler. İnsanî vasıfları, bilgi birikimleri, görgü ve zekâ seviyeleri, kişilik yapıları, meslekî bilgileri, tecrübeleri, becerileri ve buna benzer özellikleri göz önüne alınarak değerlendirilirler. Doğrusu da bu değil midir? Doğmadan önce hiçkimseye ‘Nereli olmak istersin?’ diye sorulmuyor…

Eğer “Yozgatlı olmak” bir “değer” hâline getirilmek isteniyorsa, bunu ortaya güzel eserler koyarak yaparsınız. Yozgatlı olmakla övünmek istiyorsanız, Yozgat’ın ekonomide, kültürde, sanatta, bilimde öne çıkan bir şehir olması için çaba harcarsınız.

Testi kebabıyla arabaşı arasına sıkışıp kalmış, Saat Kulesi’nin etrafında dönüp duran, sonra da “Hiç sesimiz çıkmıyor, birlik olalım, şurayı burayı ele geçirelim” diyen bir anlayış, Yozgat’ı ve Yozgatlıları küçük düşürmekten, mahcup etmekten başka bir işe yaramaz.

Yozgatlı olmayı bu kadar abartır, ona lüzumundan fazla kıymet atfederseniz, Yozgatlı olmayanların arasında kendinizi sudan çıkmış balık gibi hissedersiniz ve çırpınmaya başlarsınız… Yani, sesiniz değil canınız çıkar…

Şehirler, çıkardıkları sesin şidetiyle değil, insanlığın ortak medeniyetine yaptıkları katkıyla öne çıkarlar. Yozgat’ın sesinin çıkmasını istiyorsanız, bütün Türkiye’nin takdir edeceği yeni bilimadamları, yeni sanatkârlar, yeni işadamları yetiştiriniz… Bunu başardığınızda, zaten bağırmanıza da gerek kalmaz, ortaya koyduğunuz eserler sizin sesiniz olur ve o sesi herkes her yerden duyar…

Birtakım anormalliklerimizi geleneksel hâle getirip meşrulaştırmaya değil, artık normalleşmeye ihtiyacımız var.

Teşkilatlanmış insanların sergiledikleri sığlıklar, ne yazık ki zamanla daha geniş kitlelere sirayet ediyor ve Yozgat halkının ufkunu köreltiyor. Her alanda üretkenlik giderek azalıyor, tembellik meşrulaşıyor, Yozgat tükeniyor…

(surur-ozturk@hotmail.com)